Bizim gibi darbenin içinde yetişmiş ülkede soruşturma alanları değişik oluyor" şeklinde açıklamalarda bulundu.

Artık çok fazla üretme hevesi duymadığını belirten Ağaoğlu, “Yeni bir şey yapsanız bile kargaşanın içinde kaybolabilir” dedi. Ağaoğlu, geçirdiği trafik kazasından beri yazmadığını ve hızlanan hayat biçimi dolayısıyla yazmaktan uzaklaştığını ifade etti. Eskiden her çıkan kitabı hemen okuduğunu ancak artık üretimin hızlandığı edebiyat dünyasını takip etmekte zorlandığını söyleyen Ağaoğlu, “Bir de bu benim ikinci hayatım diyorum ve ne olursa olsun arada boş kalan iki yılı doldurmam mümkün olmadı. Çalışma hayatım da artık eski şartlara uygun değil, eskiden hem sağlığım daha iyiydi hem de özel hayatım daha yaratıya uygundu. Ben içime kapalı yazabiliyorum, şimdi her gün gitmem gereken yerler var” diye konuştu.

TRT'de çalıştığı yıllarda gece sabaha kadar oturabildiğini ancak şimdi “nüfus kağıdının buna itiraz ettiğini” söyleyen Ağaoğlu, “Üretme hevesim de artık çok fazla yok. Yeni bir şey yapsanız bile kargaşanın içinde kaybolabilir” dedi.

İlk romanı çıktığı zaman eleştirmenler değil, okur tarafından tutulduğunu, bu yüzden ne olursa olsun okura karşı bir sorumluluğu olduğunu vurgulayan Ağaoğlu “Ben okurumun yazarıyım. Okura karşı sorumluluğum hala devam ediyor, o yüzden insan gittikçe daha zora sokuyor kendisini. Daha değişik daha iyi yapmak istiyor” diye konuştu.

Kitap dünyasının “belirsizlik” içinde olduğunu ifade eden Ağaoğlu, şunları söyledi: “Uzun cenk gerekiyor bunlar için. Mesela, tişört piyasasında her modelde, her şey bol bol var. Genel bir giyim haline geldi. Bu hem çok iyi, herkes temiz temiz, ucuz ucuz alıp giyiyor. Bir ihtiyacı da karşılıyor ama kitap da içeriği olan bir şey. İçeriği dışında satışa yönelik bir şey olduğu zaman, böyle bir işe kalkmak kendine karşı büyük bir ukalalıkmış gibi geliyor. Zaten bizim kuşaklarımızın edebiyata ilgisi başka türlüydü. Okur gözü başka bir şey. Ayrıca böyle bir okur gözü var mı, bu bile tartışmaya açık. Okur 'bestseller/en çok satan' peşinde mi yoksa kendini inşa etmek kurmak peşinde mi?

Bizim aldığımız değerler kültürü değişti. Şimdi başka değerler var. Değerlerin boyutları da, anlamları da değişti. Bunlar sorgulanması gereken şeyler. Ben gençken 'canım işte bu sıkıntını yaz' derdi büyüklerim bana. Bugün 10 yaş büyüğüm olsa yanımda benim söylediklerimden daha beterini söyler. Şimdi ben ona 'şimdi bunu yaz öyleyse' derim. Öyle bir kaos içindeyiz. Benim sorgulamam bitmedi, önemli olan o. Çünkü ben her kitabımı bir sorgulama sonucu yarattım. Biçimi böyle yaptım, onu öyle yaptım ama bana yetmedi. Hem biçim, hem içerik olarak kendimle hesaplaşıyorum devamlı.”

"Yazarın emekliliği olmaz"

Yazarın yazarlığıyla geçinebilmesi gerektiğine işaret eden Ağaoğlu, kendi kuşağının yazarlıkla birlikte hep yan bir iş yaptığını anlattı. O zaman binbir zorlukla yılda iki kitap basıldığını anlatan Ağaoğlu, “Tabii öyle olunca herkes tanıtım peşine gidiyor. Bizim dönemimizde kitabınız üzerine ufak bir ilan verilmesi bile utanç kaynağıydı. Benim o değerlerimi sildim, şimdiki zamanı anlıyorum, anlamak istiyorum fakat değerlerin değişmesi yetmiyor, yeni değer üretmek gerekiyor. Bu da ancak yaratıcılığa düşen bir iş” diye konuştu.
Yine de her zaman yeni roman fikirleri ve tasarılarının olduğunu belirten Ağaoğlu, “Yazarın emekliliği olmaz” dedi.
Yeni yazarlar arasında umut veren birisini görüp görmediği sorusunu cevapsız bırakan Ağaoğlu, son yıllarda bu soruya hiç cevap veremediğini, bir isim söylemesi için yılda çıkan 300 kitaptan hiç değilse 100 tanesini okuması gerektiğini, ancak bugün böyle bir şeyin mümkün olmadığını dile getirdi.

Yazsonu'nun adı, prepostmodern roman oldu

Ağaoğlu, 60 yılı aşkın yazarlık hayatında genç nesiller tarafından hala okunuyor olmasını, bugün sorgulananlara yıllar önce cevap verir olmasına bağlayarak “Sahiden ben bile şaşırıyorum” dedi.
İlk olarak 1980 yılında yayınlanan “Yaz Sonu” romanının üzerinde Hollanda'da akademik araştırmalar yapıldığını ve postmodern ögeler bulunduğunu kaydeden Ağaoğlu, şöyle konuştu:
“Bugün her yanı postmodern yazar kapladı. Yaz Sonu romanım 1980'de yayınlandı. Bugün içeriğe yönelinse, bizim şimdiki gerilim konusu olan bazı konularımıza dikkat çekilebilir. Amerika'da İngilizcesi yayınlanmadan çok önce, Hollanda'dan Leiden üniversitesinden beni davet ettiler. Yaz Sonu romanında postmodern ögeler var mı diye bilimsel bir araştırma yapıyorlar. Benim önümde sergilediler ve ispat ettiler; (şu şu maddeler olması lazım) diyorlar ve bunları Yaz Sonu üzerine koyuyorlar. Onun asıl adı prepostmodern roman oldu. Bu benim arayış merakım demek ki. Biçim olarak bile geliyor bugünün içine düşüyor. Ölmeye Yatmak'ın biçimi de klasik romanı alt üst etmiştir.”

"Anlatının bütün türlerini kullandım"

Ağaoğlu, klasik romandaki tek boyutlu anlatının kendisine yetmediğini, anlatının bütün türlerini kullandığını belirtti.
1920'li yıllarda Alman ve İngiliz yazarların Freud'un etkisiyle bilinçaltını okumaya başladıklarını hatırlatan Ağaoğlu, şunları kaydetti: “Ben bunları yıkmak istedim. Bana bunlar çok sade geldi. Ayrıca Freud ile yetinemezdik. Dış baskı, dış koşullar da var. Özellikle bizim gibi darbenin içinde yetişmiş bir ülkede soruşturma alanları çok değişik oluyor. Düşünce özgürlüğü çok farklı oluyor. Ona göre bir biçim arıyorsunuz.
Ben anlatının bütün türlerini bunun için kullandım. Ben anlatı, o anlatı günlükler vardır mektuplar rüyalar vardır. Anlatının bütün türleri vardır romanlarımda. Tiyatro da vardır. Ölmeye Yatmak, müsamere sahnesiyle başlar.
Bütün türleri kullandım, o bile yetmedi bana. Bir Düğün Gecesi'ni yazmamın altında o bana yetmedi. Tek bir kahraman Aysel var orada ve onun düşünceleri, geriye gidiş gelişler var. Fakat ben tabii orada numaramı yapıyorum. Yazar olarak kurguluyorum. Belgeler bile var. Ölmeye Yatmak'ta Ulus gazetesini taradım. Orada neler çıkardım. O zaman postmodern filan var mıydı, yoktu.”

"Yönetmen yazarın üslubuna sahip çıkmalı"

Adalet Ağaoğlu, romanların filme ve tiyatro sahnesine aktarılmasının da, tamamen yazarın üslubuna sahip çıkılarak yapılması gerektiğini vurgulayarak, şunları kaydetti: “Romanın sinemayla ilişkisi çoktur. Sinema şimdi hep romanlara doğru döndü. Fakat bunu yapacak olan yönetmen, senaryo yazarı, yazarı kendinden saymalı, çok iyi hissedebilmeli onu. Yoksa sadece 'aa ne iyi film olur' diyerek olay aktarmak yetmez. Yazarın üslubuna sahip çıkmalı. Batıda vardır böyle. Yalnız bir tek yazarınkini yapar. Başkasını yapmaz mesela. Tamamen onu seçmiştir ve ısrarla onu işler. Böyle olmadıkça olmaz. Yazara ihanet olur, o kadar.”/hürriyet