Toplum olarak “Özür dilemek”,  “lütfen demek”  veya “teşekkür etmek” konularında oldukça özürlü olduğumuz hepimizin malumudur sanırım.

Bu üç takıntımızdan “teşekkür etmek” konusunu gazetecilik açısından ele almak istiyorum.  Güncel haberler haricinde, davet edilerek gittiğimiz yerlerde de olanları izler, haberimizi yaparız. Bu tür haberler yaptığımızda genelde bize ilk sorulan soru “haber ne zaman yayınlanacak?” olur. Haber yayınlandıktan sonra da  genelde, biz gazeteciler de diğer insanlar gibi sihirli söz “Teşekkür ederim”’i boşu boşuna bekleriz. 

Haber yaptığımızda bazı oluşumların yöneticileri bırakın teşekkürü “benim sayemde bir haber yaptın, para kazanıyorsun” yaklaşımıyla adeta bizden teşekkür beklerler. Bu konuda hassas olan duyarlı kişiler ise teşekkür ettikleri gibi davranışlarıyla emeğimize saygı gösterirler. Biz de serbest gazeteci olarak genelde her haberi yapmak zorunda olmadığımızdan, emeğimize saygı gösteren bu kişilerin haberlerini seve seve yaparız ve dolayısıyla bu kişiler sık sık medyada olurlar.  Kibirli davranışlar içerisinde olanlar da haberleri medyaya fazla giremeyince, bizi o insanların adamları olarak nitelerler. Oysaki işin bir teşekküre, emeğe saygıya dayalı olduğunun farkında bile değildirler. 

Duyarlı  dernek yöneticilerinin  emeklerimiz takdir edip, verdikleri şükran şiltleri, plaketleri için burada kendilerine tekrar teşekkür etmek isterim.

Öte yandan  gazetecilik yaşamımda unutamadığım teşekkürler vardır. Örneğin, Mesut Yılmaz başbakan olarak Münih’e yaptığı bir ziyarette, onun özellikle yollarda gördüğü Türklere sıcak yaklaşımlarını içeren bol resimli bir haberim Hürriyet’te yayınlanmıştı.   Ertesi sabah, kaldığı otelde lobide onu bekleyen çok sayıda gazetecinin arasında bana doğru gelip, elimi sıkarak “güzel haberiniz için çok teşekkür ederim Ahmet bey, elinize, kaleminize sağlık” demişti. Şaşırıp kalmıştım, benim adımı ne zaman öğrendi ve o haberi yapanın ben olduğu... Bir başbakanın emeğime gösterdiği bu saygı beni gerçekten çok mutlu etmişti.

Unutamadığım diğer bir teşekkür de Türk sinemasının unutulmaz sanatçısı Muhterem Nur’dan gelmişti. Münih’te konser veren eşi rahmetli Müslüm Gürses ile ilgili yaptığım haber sonrası bana teşekkür etmişti.  Telefonumu gazetenin merkezinden alan bu sanatçı, evime telefon edip bana eşi için yazdıklarımın  kendilerini çok mutlu ettiğini ve minnettar olduklarını söylemişti. Türk sinema tarihinin ikonlarından birinin emeğime gösterdiği saygı beni çok duygulandırmıştı.  Aynı şekilde Mahsun Kırmızıgül ve  Rafet El Roman gibi sanatçılar da emeğime saygı gösterip yaptığım haberler için bana özel teşekkür etmişlerdi.

Beni duygulandıran son teşekkürü de anlamak istiyorum. Haber yazarken özellikle Türk Sanat Müziği sanatçısı bayanlar  için kolayca “sahnelerin hanımefendi sanatçısı” ifadesi kullanılır.  Acaba, bu sanatçılar gerçekten de “hanımefendi” mi? Gazeteci olarak, sahne arkasında çok sözüm ona “hanımefendi” sanatçılar çok gördük... 

“Teşekkür”’ün unutulup,  siyasal lince uğradığım bu günlerde “sahnelerin hanımefendi sanatçısı” unvanını annesinin ak sütü gibi hak eden Türk Sanat Müziği sanatçısı Sevinç Arda, unutulan “Teşekkür” ü bana yeniden hatırlattı.  Avrupalı Türklerin gururu Sevinç Arda hanımefendi geçen hafta kendisiyle son klibinin yayınlanması  nedeniyle yaptığım söyleşinin basında büyük yankı uyandırması sonunda,  telefonla beni bizzat arayıp ve değişik sosyal medya kanalıyla teşekkür etti. Bunu az bulan sanatçıdan aldığım teşekkür kartı ise beni pek çok duygulandırdı.   Üzerinde gazeteciliğin bir dolma kalem resmi olan kart göndererek, gerçek bir hanımefendi sanatçı olduğunu bir kez daha kanıtladı.

Ben de huzurunuzda kendisine teşekkür etmek istiyorum... 

danke2-(custom).jpg

danke1-(custom).jpg