Anadolu…

Medeniyetler Beşiği… Kavimler Kapısı…

İnsanlık var oldu olalı, yaşamaya uygun yurtların en gözdesi…

Dört mevsim, yedi iklim…

Sevdaların en karası,

Acıların en keskini,

Belaların en yamanı,

Ve neşelerin en baharı… Binlerce yıldır en çok da bu coğrafyada yaşanır…

Gel gör ki Nev-i Şahsına Münhasır bu aziz coğrafyanın bahtına, önce Sanayi Devrimi ve sömürge yollarıyla,  sonra da 19.yy.da petrolün keşfi ile birlikte kıymetlenen Orta Doğu eklenir…

Bu tarihten sonra da ne belası eksilir, ne acısı, ne de üstüne oynanan oyunlar canım Anadolu’nun...

 Katmerlendikçe katmerlenir derdi.

 Tarih kitaplarının en kalını bu coğrafyada yazılır.

 

Evet Dostlar…

İşte bu yüzdendir atalarımızın kanlarıyla sulanmış bu cennet vatan, öyle şansına bırakılacak bir yer değildir.

En sade memurundan en başındakine kadar, çok yetenekli, çok üstün, çok özel kişiler tarafından karılmalıdır harcı…

Eğitimin, sağlığın, adaletin, işin aşın en tamam olması gereken bir yerdir… Dedim ya çakalı-çukalı, akbabası -sırtlanı çoktur bu toprakların…

Öyle hatır gönül, ahbap-çavuş, yakınımdır pusulaları ile yüzdürülecek bir gemi değildir…

Gözü kapalı yürünecek dümdüz bir yol hiç değil…

Eğer ki aklın, vicdanın, cesaretin, erdemin elinde işlenmezse bu topraklar;

Vay ki, vay halimize…

İşte böyle eksik olmaz da belası,

Bir düğmeye basmakla çıkar çatışmalar…

Şehit cenazeleri feryadı figanlar…

Terk edilen topraklar…

Kaybedilen evlatlar…

Yakalım yıkalımlar… Patlatılan mayınlar…

Bakın işte filler yine tepinmeye başladı dostlar…

Bombalar patlıyor, insanlar ölüyor…

Anaların kuzuları, eşlerin kocaları, çocukların dağ gibi babaları şehit düşüyor…

 

Sizler! ...

Bin yıldan fazladır, bu acısı da tatlısı da bambaşka memleketimizin güzel insanları…

Sizin Türklüğünüz, Kürtlüğünüz, Çerkezliğiniz… Sizin Sünniliğiniz, aleviliğiniz… Gerçekte Aydınlı, İzmirli, Diyarbakırlı, Rizeli, Edirneli ve de Ardahanlı,  sade bir insan olduğunuz kadardır…

Adının Ahmet, Mehmet, Hakan, Baran… Elif, Zeynep, Zelal olduğu kadardır… Yani birbirinizi üzecek, vuracak, kıracak kadar değil …

Şimdi gelin daha içten verin birbirinize selamınızı…

Sen eğer tanışmadınsa bu güne kadar Doğulu komşunla,

Sen de eğer bir merhaba demedinse Batılı komşuna,

Bir kap yemek al git, çal kapısını, gülümse ve ikram et.

Bakın filler tepinmeye başladı yine…

İnanın vurulan sensin, ölen sen, acıya gark olan sen…

Doğrudur bu acılara karşı sözün bittiği yerdir…

Fakat vuran o değil, vuran sen değil… Vuran biz değil…

Daha sıkı sarıl birbirine, daha bir sev…

Bırak partini, bırak sendikanı, derneğini, cemaatini, örgütünü bırak! ...

İnanın bu saydığım kuruluşların sadece üst takımları bilirler ve yürütürler işlerini. Ve onlar ki ya fillerden ya da fillere yardın edenlerdendir.

Biz sade vatandaşlar onlar için sadece bir oy, alkışlayacak el, yürüyecek ayak ve en acısı da vuracak ve vurulacak basit canlarız…

Anneliğine, kardeşliğine, babalığına, çocukluğuna, komşuluğuna, vicdanına ve hepsini içeren insanlığına bürün sen! ... Öyle birkaç günlüğüne saman alevi misali değil, ömrün boyunca ve kuşaktan kuşağa…

Filler yine tepinmeye başladı dostlar…

Aman ezmeyelim, ezilmeyelim…

Sevelim, sevilelim…

 

Sağlıcakla…