Çifte kurultay sonrasında CHP’deki yenilikçi iradenin daha da güçlendiğini, Kılıçdaroğlu’nun bundan böyle vekaleten değil asaleten CHP Genel Başkanı olduğunu ve dolayısıyla kendisinde varolduğunu vehmettiğimiz ‘yenilikçi ruh’un tezahür edeceğini zannettik. Hüsnü zannımızda fena halde yanıldık. Zannımız aynı zamanda bir temenniydi, olmadı işte.

Üstelik bu ‘yeni’ yakıştırması, ömrü CHP’yi anlamaya çalışmakla nihayetlenecek biz fanilerin icadı da değildi. Kılıçdaroğlu CHP’nin önüne ‘yeni’ sıfatı iliştirmekten ve iliştirilmesinden pek hoşlanıyordu. Haliyle dışarıdan bakanlar da yenileşme sürecindeki bu ağır kanlılığı (ağır kanlılık da hayli iyimser bir yakıştırma) “CHP’yi altı ok vesayetinden kurtarmak kolay mı” deyip aklileştirmeye, mantığa bürümeye çalışıyordu.

Bu temenniye gönül bağlamanın rasyonel gerekçeleri de vardı, zira CHP iktidar partisi karşısında üç seçimdir ağır yenildi alıyor, dahası artık yorgun ve yıpranmış olması öngörülen iktidar partisi giderek oylarını artırıyordu. Çok basit bir siyasi akıl yürütmeyle bile ‘değişim’ ve ‘yenilik’ diyerek yol alan, oy alan bir iktidar partisi karşısında dediğim dedik, çaldığım düdük havasıyla boy boylayıp soy soylanamayacağı anlaşılabilirdi. Bunun için AK Parti’nin sıkça yaptırdığı sosyal bilimlerin saha araştırması, kamuoyu yoklaması gibi yöntemlerine başvurmasına bile gerek yoktu. Bileşik kesir ve basit kesir arasındaki farkı anlamak kadar kolaydı bu. Haliyle bu kadarcık siyasi aklın Kılıçdaroğlu ve ‘yeni CHP’de olduğunu varsaydık. Meğer bu da kıyl-ü kaal imiş.

Çevik Bir’in mirasçısı

CHP “cumhuriyet ütopyacılığı” hastalığından kurtulup siyaset üreten bir parti elbette olabilir. Ama kademeli eğitim yasa tasarısı dolayısıyla kopardığı kıyamet ve geliştirdiği muhalefet etme şekli, aslında CHP’nin resmi ideolojik bagajından kurtulmak gibi bir derdinin olmadığını çok açık ortaya koydu. Bilakis cumhuriyet tarihinin ütopyacı romantizminin yanı sıra darbe miraslarını da sırtlandığını, sahiplendiğini gösterdi. 27 Mayıs’a darbe değil ihtilal demenin ayıbından kurtulamamışken, 28 Şubat’ın en önemli mirası olan 8 yıllık kesintisiz eğitimi ölürüm de değiştirtmem dedi.

Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun “28 Şubat bin yıl sürecek” vasiyetini kendine tevdi edilmiş addetti. Çevik Bir yasasının ilelebet payidar kalması için elinden geleni yapacağına and içti.

Tayip Erdoğanları yetiştiren imam hatiplerin geri gelme ihtimaline karşı meydan muharebesini göze aldı. Okullarda seçmeli ders olarak Kur’an öğretilmesi fikri karşısında uykuları kaçtı.

Hükümetin Meclis’e sunduğu eğitimde reform yasa teklifi, kulağa hoş gelen pek çok yönünün yanısıra, şimdiden kolayca öngörebileceğimiz uygulama zaafları barındırıyor. Bu zaafları dile getirenlerin sesi de, reform paketini anti-rejim ambalajına sarıp meydanlara koşanların gümbürtüsünde duyulmaz oluyor.

CHP’nin eğitim-öğretimle ilgili vizyonu, Milli Eğitim’in 1923’teki genelgesinde yer alan “Mektepler Cumhuriyet esaslarına sadık kalmaya telkine mecburdur” ifadesinde yer alan ‘talim-terbiye’ nosyonu üzerine inşa edilmiş.

‘Padişahın kulları’nı ‘cumhuriyete vatandaş’ yapmak öyle kolay olmadı, bu uğurda nice kelle alındı. Okullar da bir anlamda Cumhuriyete uygun kafalar yetiştirme yeriydi. Boşuna mı “10 yılda 15 milyon genç yarattık, her yaştan.”

CHP, AK Parti’nin bu yasa teklifiyle önümüzdeki 10 yılda yeni bir 15 milyon genç yaratacağını düşünüyor. İmam hatiplerin orta kısmının açılmasına da imkan tanıyan kademeli eğitim modelinin üstüne Başbakan’ın “dindar gençlik” sözünü ekleyin, alın size CHP için doğal teneffüs ortamı. Kurultaylarla parçalanan CHP’yi kenetleyecek ve ezbere muhalefet yapabileceği bir iklim...