Türkiye’yi anlatırken en sık başvurduğumuz kelimelerden bir tanesi maalesef iki yüzlülük. İnsan haklarından bahseden çoğu kişi veya kurum bile konu eşcinselliğe gelince ‘dur bakalım’ diyebiliyor. Bu ülkenin bakanı eşcinselliği ‘hastalık’ olarak deklare edebiliyor mesela. O yüzden cinayetlere hiç girmeyelim bile... Son olarak Bülent Ersoy’un Deniz Gezmiş’le arkadaşlığını açıklamasının ardından yaşananlar aklımızda. Homofobinin gururla kendini gösterdiği olaylardan biri olarak kayda geçti magazin tarihimizde. Düşününce, eşcinsel cinayetleri haberlerde geçtiğinde yapılan yorumları hayal etmek zor değil sanırım.

15 Temmuz 2008’de eşcinsel olduğu için öldürülen üniversite öğrencisi Ahmet Yıldız’ın hikayesinden yola çıkan ‘Zenne’, Ahmet, zennelik yapan Can ve fotoğrafçı Daniel’ın İstanbul’da kesişen hikayesini anlatıyor. Sert hikayesine rağmen naif bir bakış açısına sahip filmin en dikkat çekici yanı ikinci bölümdeki muhafazakarlık ve militarizm eleştirisi. Hikayesiyle bile önemli bir yere sahip olan filmi yönetmenleriyle konuştuk:

Özellikle ana akım sinemada ‘eşcinsel sinema’ya rastlamak zor. Popüler örneklerde ya da televizyonda da çoğunlukla komedi öğesi olarak ya da ayrımcı bir dille gösteriliyor. Türkiye’nin muhafazakar bir ülke olduğunu da ekleyerek, bu anlamda filminizi nereye koyabiliriz?
Caner Alper: Bu durum biraz zamanın gelmesiyle alakalı.Türkiye’de bir festivalde 5 ödül alabiliyorsak bu filmin başarısı kadar insanların hazır oluşlarıyla da alakalı bir durum. ‘Zenne’ hem sosyal medyada hem medyada nefret cinayetleri ve eşcinsel hak ihlalleriyle ilgili basında sıkça yer aldı ve alıyor. Zenne’nin zamanlaması doğruydu. Biz bu ortamdan yararlanarak bence Zenne’yi yaptık.

Devletin cinselliğe yaklaşımına eleştiri var filmde. Şu andaki bakış açısıyla ilgili neler söyleyebilirsiniz? 

C. A.: Bir genel ahlak meselesine daldılar ve oradan çıkamıyorlar bir türlü. Genel ahlaksızlık eğilimi olması gerekmiyor böyle bir şeye sahip çıkmaları için. ‘Cinsel yönelimin tedavi edilemez bir hastalık olduğu’ düşüncesini Aliye Kavaf gittikten sonra biraz değiştirmeye çalışıyorlar. Ama İdris Naim Şahin’in açıklamaları da en az Kavaf’ın açıklamaları kadar yüz kızartıcı. Devlet analık, ağabeylik, ablalık görevini hala tam anlamıyla üstlenmiyor.

Mehmet Binay: Oysa bu kadar seçmenine önem veren bir hükümetin daha kucaklayıcı bir yaklaşımı olsa eminim oyları ciddi oranda artar. Çünkü genel ahlak adı altında küçümsedikleri kesimin aslında büyük bir sesi var. Bunu zamanla dikkate almaları gerekir.

Peki bu sadece devlet politikasıyla mı alakalı? Toplumun yapısı da devletin algısına uygun değil mi?
C.A.: Eğer devlet görevini doğru olarak yapabilirse tabii ki töre cinayetlerini işleme potansiyeli olan aileler de farklı olarak düşüneceklerdir. Yapmadığı zaman da ya da bir bakan bunu ‘hastalık’ olarak açıkladığında aileler de bunu temizlenmesi gereken bir namus meselesi olarak görmeye devam edecektir. Zenne’ye sahip çıkan sosyal medya ya da Antalya’da festival seyircisi aslında toplumun devletinin bir adım önüne geçtiğinin kanıtıdır.

Ahmet Yıldız’ın hikayesiyle birlikte üç hikaye var ve gerçek hikayeden uyarlandığını biliyoruz. Peki filmin ne kadarı kurmaca?
C.A.: Karakterler gerçek. Başlarına gelen hikayeleri üçünün başına gelmiş gibi harmanladık. Ahmet Yıldız’ın ailesiyle yaşadıkları, trajik sonu birebir aynı.

M.B.: Yani duygusal altyapısı aynı ama olay örgüsü, kurgu farklı.

C.A.: Ve hukuki sebepler nedeniyle bazı değişiklikler var.

Filmin özellikle ikinci yarısında muhafazakarlığı ve militarist düşünceyi sert bir şekilde eleştiriyorsunuz. Böyle bir hiakye için bu olmazsa olmazdı değil mi? 

C.A.: Duygusal bir sertliği var filmin. Ama saygısızlığı yok. Muhafazakarlığa tabii ki eleştirisi var. Bu düşünce yapısı filmin odak noktasında çünkü.

M.B.: Ama bir kesimi eleştirmiyoruz. At gözlüğüyle dünyaya bakan, Tanrının verdiği canı alma hakkını kendinde gören bir kesimi konu alıyoruz.

Zenne bir aşk, arkadaşlık filmi bir yandan da. Ama eşcinsel aşkı cinsellikle göstermeyi çok tercih etmemişsiniz…
M.B.: Çok romans içeren flört sahnesi ve öpüşme sahnesi var. Bu bizim sinema dilimizle ilgili bir şey. Bir de bu hikayeleri izlemeye alışkın olmayan Türk izleyicisine filmi izletme derdimiz olduğu için Zenne’yi ona göre belirledik biraz.

C.A.: Ben senaryoyu yazarken sahneler nasıl algılanır diye bir otosansüre tabi tutmadım kendimi. Hikayenin derdi itibariyle ihtiyacı olanı verdim geri kalanını attım. Mesela; teyzenin sevgilisiyle sevişme sahnesini son montajda çıkardım çünkü onların ateşli sevişmesinin hikayeyle çok örtüşmediğini düşündüm. Dolayısıyla cinselliği çıplaklık veya birleşmeyle ilgili az veriyor olmak diliyle alakalı. Bir de şundan dolayı; Can aseksüel bir karakter, Daniel biseksüel, Ahmet de gay. Dolayısıyla her üçünün de ayrı ayrı sahip olduğu geçmişi ve mevcut durumu cinsellikle örtüşmeyi gerekli kılmadı.

Baba karakteri genellikle devlet otoritesini simgeler ama Zenne’de – böyle bir hikayeye açık olmasına rağmen - tam tersine böyle bir babadan bahsetmek zor.
M.B.: Türkiye’de ailelerde anneler çok kuvvetli. Mesela Doğu’da ataerkil bir yapı olsa da anneler aile içinde karar veren kişiler. Töre cinayetleri araştırmalarına bakarsanız karar verici, son kararı verenler arasında anneler var. Ahmet’in gerçek örneğinde de, onu takip eden, peşine dedektif takabilecek derecede takıntılı bir anne var.

C.A.: Aynı zamanda Daniel karakterinde farklı bir şey var. Onlarda da bir iletişimsizlik var. Yani hepsinin ailesiyle meselesi var.

Bu ülkede eşcinseller tehlikede yaşayan kesime aitler. Çoğu, her an ölümü nefesinde hissediyor. Bunu özellikle Afganistan’daki mayın sahnesiyle paralellik kurarak gösteriyorsunuz.
M.B.: Tabii ki. Orada ve birçok yerde gerçek mayınlar var, burada da kültürel mayınlar. Daniel’da herkesin kendine ait bir Doğu’su olduğunu vermek istedik. Mesela biz Orta Doğu için yetersiz olduklarını düşünüyoruz. Daniel, İstanbul’a o gözlükle bakıyor. Burada yapılan şeyleri yeterli bulmuyor. Herkesin kendi Doğu’su var yani.

Bu kadar ‘sert’ bir hikayesi olmasına rağmen özellikle finali sebebiyle iyimser bir film diyebilir miyiz?
C.A.: Mehmet de ben de çok iyimser insanlarız. Negatif biten bir dünyamız yok. Gidenlere rağmen ayakta durmaya çalışan, tutunan, değişen dönüşen insanlar da var. Sonucun çok pozitif gibi algılanıyor olması biraz da ironik. Masalsı bir havayla bitiyor ama Daniel, ‘Doğu’da sadece masallar değil trajediler de var’’ diyor. Aslında final, kararkterlerin sonu mu yoksa Daniel’ın umdukları, hayal gücü mü bilmiyoruz.

Filmin rahatsız edici olduğunu ya da bazı kesimleri rahatsız edebileceğini düşündünüz mü?
M.B.: Şimdiye kadar rahatsız olan olmadı. Kültür Bakanlığı’nın Sinema Denetleme Kurulu’ndan her film gibi geçtik. Filmimiz 18 yaş sınırı alır diye endişeleniyorduk – çünkü ciddi bir seyirci kitlesine ulaşmanızı engelleyen bir şey – ama tam tersine kurul üyeleri filmi izledikten sonra, Zenne’nin hümanist yaklaşımını da göz önünde bulundurarak 15 yaşla sınırlandırdı. Cinsellik uyarısı almadık cinsellik içeren sahneler olmasına rağmen.

C.A.: Bize bu kurulun eşcinsel aşkın gösterildiği bütün filmlere 18 yaş sınırı getirdiği söylenmişti. Biz buna rağmen o sahneleri tuttuk. Dolayısıyla bu önyargıyı da kırmış olduk.

Filmin bu anlamda anlaşıldığını düşünüyorsunuz o zaman...
M.B.: Evet. Ve etkilendiklerini de duyduk. Çünkü bu kurulda anne baba olan insanlar da vardır. Çocuk büyütmeyle ilgili insanlar olduğunu düşünüyorum. Onlara da ulaşabildiysek ne mutlu bize. Amacımız da buydu zaten.