Mesleğimin en sevdiğim taraflarından biri, günlük plan yapma lüksümün olmayışı. Gün ortasında telefon çalar ve hayatınız hiç beklenmedik bir yön alır bizim işimizde. Önceki gün de öyle oldu.

Öğlen telefonum çaldı ve öğleden sonra Profesör Doktor Murat Öncel’in ofisindeydim. Beklediğimden daha sakin ama daha üzgün buldum onu. Genel olarak sakin yapıya sahip bir insana benziyor. Ülkenin en iyi retina cerrahlarından biri. Ofisinin dört yanı, dünyanın dört bir yanından alınmış ödüllerle dolu. Ama onunla konumuz mesleki alandaki başarıları değil, Şahnaz Çakıralp’ten olaylı ayrılış süreci oldu. İlk ve ağzından yazmama izin verdiği tek cümle “Türk tarihinin en büyük tazminat davasını açacağım” oldu.

Belli ki kendisi hakkında söylenen onca şey arasında onu en çok mesleği üzerine yaratılmaya çalışılan spekülasyon üzmüş. Gözleri dolu dolu sarf etti bu cümleyi zaten. Gördüğüm kadarıyla üzgün olduğu kadar hâlâ da çok şaşkın Murat Bey. Çünkü olaylar gerçekten anlattığı gibiyse, gerçekten çok sıradan bir sebep yüzünden ayrılmış evler. Ama bu işlerde sebebin ciddisigayri ciddisi olmuyor. Size saçma gelen bir şey karşı taraf için çok
önemli olabiliyor. Uzun zamandır Şahnaz Çakıralp ile diyalog kuramamışlar. Sadece avukatı aracılığıyla iletişim kurabiliyormuş kendisiyle.

Her ne kadar gözlerinde hâlâ Çakıralp’i sevdiğini ve bugün ayrılmayalım dese olanları hemen unutabileceğini görsem de hiç direnmemiş boşanma talebi geldiğinde. “Anlaşalım, bir celsede boşanalım” demiş.

Ama karşı taraftan maddi istekler olacağı mesajı gelmiş. Dün Onur Baştürk’ün köşesinde bahsettiği barışma hediyesi daire doğru olabilir. Çünkü Murat Bey - eğer yanılmıyorsam- uzlaşmaya hazır gibi görünüyor. “Sevginin düğmesi yok ki basıp kapatayım” diyor. Ay pardon ağzından başka cümle yazmayacaktım. Ama canım ne var bunda, her ne kadar ayrılık sebebi “tamamen duygusal” gibi görünse de bir adamın karısını hâlâ ve kurulan onca çirkin cümleye rağmen sevdiğini yazmakta sakınca görmüyorum.

Dünya tuhaf, acımasız, kalleş, hain, zalim belki ama çok da ilginç aynı zamanda. Benim bile kendimi tutamayıp öfkelendiğim onca şeye karşın sevgi denilen şey muzipçe aradan sırıtıyor ya işte bunu seviyorum. Ama sonra Murat Bey onca yalvarmama, reddetmeme karşın cüzdanını açıp kredi kartlarını gösteriyor. Çok kötü hissediyorum kendimi. Tüylerim diken diken oluyor. Dahası profesör unvanını da koyuyor masaya. İnsan kredi kartı olunca daha mı çok seviyor ya da profesör olunca aşkına inanmak daha mı kolay oluyor bilemem.

Bende böyle zor soruların cevabı yok. Muayenehaneden çıkarken karmakarışık şeyler hissediyorum. Ama daha çok şükür duygusu sarıyor dört bir yanımı. Biliyorum siz de okudukça şükrediyorsunuz. Sizin için de aşk deyince cümlenin içinde kredi kartı, profesörlük unvanı, ev, para kelimeleri geçmediği için... Geçmesin de zaten.

O ne hissedeceğini bilemeyen ve acı çeken adamı bir görseniz, kadın olmaktan utanabilirsiniz...