İnsan çok sevdiği yazarlarla tanışmamalı. Hatta mümkünse onları yakından görmemeli. Çünkü bu, kimi zaman ve hatta sıklıkla iyi olmuyor. Garip ve ince bir tesiri, götürüsü fazla derin bir sükut-u hayali var; bir kere kişinin bünyesini bozuyor sonra edebiyat ve hayatı sorgulatıyor. Bunca zaman tutkuyla okunulan kitaplar, karşındaki yazarla azar azar eriyor, yok oluyor. Sonra... Sonrası yok. 

Elif Şafak benim en sevdiğim yazarlardan biri değil, hiç olmadı. 'Bit Palas'ını yarıda kesip 'Siyah Süt'ünü zar zor bitirebildiğim, İskender' kitabına ise uzaktan baktığım ve sıklıkla haberlerini yaptığım bir yazardan daha fazlası değil. Benim için Orhan Pamuk'un eril versiyonu. Aynı korunaklı mesafeye ve Diyarbakır'daki adamın da hakkında üç beş laf edebileceği bir popülaritiye sahip. Elif Şafak okumak da en az Orhan Pamuk okumak kadar saygın, en azından gerekli görünüyor yaşadığım ülkede. Sadece Şafak'ın Nobel'i yok. Ama kuşkusuz o, bunu bekliyor. 

Türkiye'nin hakkında en çok konuşulan / en çok satılan yazar olma konusunda ihtisas yapan bir yazar, Elif Şafak. Firuzan'la kalemiyle değil ama güzelliğiyle boy ölçüşebilecek bir ifadeye, duruşa sahip. Bir zamanlar Zuhal Olcay'a bakan gözlerin aynı hüznü ve karizmayı görebileceği bir kadın. Bal rengi saçları, buğulu bakan gözleri, buruk bir gülümsemesi var. Sözcükleri özenle seçiyor, çok yumuşak, kısık ve dingin bir sesle konuşuyor. Onunla kavga etmek hatta tartışmak mümkün değil sanki. 'Sufi'liğin mayasında sanırım ilk bu var. 

Dün akşam üstü İstanbul Modern'de Semih Gümüş ve Ömer Türkeş'in sunumuyla gerçekleşen 'Sözünü Sakınmadan'a konuk olan Elif Şafak, kafamda yarattığı tüm bu akisleri çoğaltarak adeta bir gürültüye dönüştürdü. Bu buluşmanın ismine hakkını vermedi. Gümüş ve Türkeş'in sorularını 'sözünü sakınmadan' yanıtlamak yerine 'kıvırarak', hep 'yırtmaya' çalışarak cevapladı. Her şeye 'ortaya karışık' bir bakış açısı sundu. Hatta kimi soruların cevaplarını bile vermedi. Kaçtı. 

Dün bu buluşma gerçekleşmeden önce basında çıkan Zadie Smith açıklamaları onu rahatlatmışa benziyordu belli ki. Smith'in 'İnci Gibi Dişler' romanıyla Şafak'ın 'İskender'i arasındaki benzetmelerden doğan 'intihal suçlamaları'na, benzetilen yazardan destek mektup gelmişti çünkü. Elif Şafak, 'Sabit Fikir' dergisinde tartışılan 'intihal' suçlamaları hakkında yaptığı açıklamalarda bir tutam basına, bir tutam 'elit' kesime yüklendi. Eleştirilerin 'yapıcı' olmasını gerektiğini savunan yazar, "Bu benim alın terim, emeğim. Hayat zaten bir esindir. Kitap kitaba, film filme benzer" dedi.

'Sözünü Sakınmadan', Şafak'ın kitaplarında kullandığı dil üslubuna değinirken, Şafak da her kitapla birlikte yepyeni bir Elif Şafak olduğunu, Türk edebiyatının dünya edebiyatına katkısının çok büyük olacağını, iki dilde yazmanın, dil yoculuklarının ve etkileşimlerinin getirilerini anlattı. 

Edebiyat eleştirmeni Türkeş'in muhalif tavrına inat, bir heykel gibi karşımızda duruyordu, dün Elif Şafak. Kimine göre bu güçlü olmaktı, kimine göre tassavuftu. Oysa Elif Şafak zaten sınırlarını çizmişti; edebiyat, ancak reklam yaparak para kazandıran bir yazma işi ve 'muhabet'ti.