MÜSİAD Başkanı Ömer Vardan yaptığı açıklamada,'Yurt dışı piyasalarda 2009 yılının ikinci yarısıyla birlikte, son bir senede yaşanan finansal panik büyük oranda yerini sükûnete bırakmış olacaktır' dedi.

MÜSTAKİL SANAYİCİ VE İŞADAMLARI DERNEĞİ (MÜSİAD) Genel Başkanı Ömer Cihad Vardan, küresel mali kriz hakkındaki görüşlerini ve 2009 yılı için ekonomideki beklentilerini açıkladı.

Krizin "yoğun bakım", "nekahet" ve "istirahat" gibi çeşitli aşamaları olduğunu ifade eden Ömer Cihad Vardan, “Sanayi, üretim, ihracat, istihdam gibi reel ekonomi cephesinden gelen haberler, şu an hala yoğun bakım döneminde olduğumuzu gösteriyor. Bu safhada şirketlerin ve hükümetin "temel hatalardan" kaçınması şarttır” dedi.

Genel Başkan"ın açıklaması şu şekilde:

MÜSİAD"ın yaptığı ekonomik analizlere göre, küresel alanda büyüme, sanayi üretimi, iç talep, tüketim, kapasite kullanım oranları, siparişler ve istihdam verilerinden alınan sinyaller hâlihazırda durumun sadece ülkemizde değil ama tüm dünyada da kritik olduğunu göstermektedir. Bu süreçte piyasaların çalışmadığı, fiyatlandırmanın zorlaştığı bir tecrübe yaşanmaktadır. Bütün bu yaşananlar artık piyasalarda, insanların beyinlerinde bir psikoloji yönetimine ihtiyaç olduğunu alenen göstermekte olup, ne süre zarfında netice vereceği belli olmamakla beraber güven artırıcı tedbirlerin behemehâl devreye girmesi icap etmektedir. Bununla beraber dünya genelinde hükümetlerin aldıkları tedbirlere, bunların neticelerine, devam eden arayışlara bakarak genel anlamda yurt dışı piyasalarda 2009 yılının ikinci yarısıyla birlikte, son bir senede yaşanan finansal panik, büyük oranda yerini belli bir sükûnete bırakacak gözükmektedir. Bu beklentiye dayalı senaryoya göre aşağıdaki bir dizi tahminde bulunmak mümkündür.

• Türkiye"nin dünya ekonomisine ileri düzeyde entegre olduğundan yaşanmakta olan küresel krizden etkileniyor olması son derece tabiidir. Öte yandan Türkiye, dünyadaki toplam ekonomik büyüklüğün içinde çok küçük kaldığından, bu şartlar altında alınacak bir takım iç tedbirlerle ne dünyadaki gelişmeleri olumlu yönde etkileme gücüne, ne de iç piyasasını bütünüyle koruma şansına sahiptir.

• Dünyada devletler büyük oranda “eşit risk düzeyinde” dengelenmiş durumdadır. Bu ortamda başlıca pariteler arasında kısa vadede büyük dalgalanmalar beklenemez.

• Krizin seyrinde ABD"de yeni Başkan Obama"nın açıklayacağı “paketin” mahiyeti, buna piyasaların vereceği tepki, halkın tüketim talebi ve arzusunun yeniden canlandırılıp canlandırılamayacağı gibi unsurlar belirleyici olacaktır.

• Böyle bir ortamda 2009 yılının ikinci yarısı itibariyle açığa çıkmasını ümit ettiğimiz likidite fazlasının, yöneleceği yeni fırsat alanlarını takip edeceği düşünülmektedir. Bu arayışta yüksek kazanç kadar risksiz kazanç da ön plana çıkacaktır.

• Türkiye"nin Uluslararası Para Fonu (IMF) ile yapacağı anlaşma artık beklenti olarak “satın alınmış” gözükmektedir. Artık bu aşamada bu anlaşmanın mimarisi, içereceği taze kaynak miktarı ve bunun kullanım kanalları ve kullanım öncelikleri, beklentileri şekillendiren önemli bileşenler olacak gibidir.

• Hem dünyadaki gelişmeler ve ihtiyaçlar, hem de Türkiye"nin içinde bulunduğu göreceli olarak iyi konum, Türkiye"nin IMF"ye “ezber bozduran ülke” olabilecek kapasitede olduğunu göstermektedir. Böylece Türkiye bir yandan taze bir kaynak elde ederken, IMF de ilk defa değişen küresel şartlara göre konvansiyonel duruşunu ve sahip olduğu neo-klasik paradigmayı revize etmiş olacaktır. Ezber bozdurmaktan kastımız şudur: Bize göre enerji-emtia fiyatlarının hızla düşmesiyle ve zaten yaşanan durgunluk ortamında Türkiye'nin ve dünyanın cari açık ve enflasyonla mücadelesi önceki dönemlere göre daha kolaylaşmıştır. Bu ortamda mali disiplin ve fiyat istikrarı odaklanması ikincil önemde kalmıştır. Amaç artık durgunluğun önlenmesi, iş ve istihdamın korunması, büyüme hedeflerine bağlı olarak yatırımların devam etmesi ve bu suretle ekonominin canlandırılmasıdır.

• Bu meyanda, Hükümetin 2009"da yapacağını açıkladığı kamu yatırım ve harcamalarının ve buna yönelik bütçe büyüklüklerinin büyük oranda zafiyete uğratılmaması gerekmektedir. Ayrıca KOBİ'lere işletme sermayesi teminine yönelik kredi kanallarının korunması için devletin sağlayacağı yardımlar, ihracat destekleri, SSK prim indirimleri ve zor zamanda vergi ötelemesi gibi temel unsurlarda IMF'nin bu kez standart reçetesi haricinde farklı bir anlayışta olması ve iç pazara dayalı bir büyümenin tetiklenmesinin önünün açılması gerekmektedir.

TÜRKİYE"NİN YENİDEN YÜKSEK BÜYÜME PATİKASINA DÖNEBİLMESİ

Dünyada yaşanan bu küresel krizi bir anda ve defaten ortadan kaldıracak veya yumuşatacak bir çözüm yok gibidir. Varsa da bunun tetikleneceği yer Türkiye değildir. Bu yüzden sürekli günah keçisi arayarak ortamı gerip bozan yaklaşımlar tüketiciyi korkutmuş, aslında birçok bireyin elinde nakit olduğu halde bunu harcamaktan korkar hale getirilmiştir. İç tüketimi ve diğer tüm imkânlarıyla kendine yeter bir ülke olmamıza rağmen bu korku ve panik nedeniyle iç tüketim baltalanmıştır.

Gerçekçi olmak gerekirse, krizin “yoğun bakım”, “nekahet” ve “istirahat” aşamaları vardır. Sanayi, üretim, ihracat, istihdam gibi reel ekonomi cephesinden gelen haberler, şu an hala yoğun bakım döneminde olduğumuzu göstermektedir. Bu sürenin elden geldiğince asgari düzeye indirilmesi şarttır. Ardından nekahet ve istirahat aşamasına geçilecek olup, bu biraz zaman alacaktır. Bu safhada şirketlerin ve hükümetin “temel hatalardan” kaçınması şarttır. Gerekli ilk duruş, iletişim kalitesiyle ilgilidir. İletişim tek taraflı değil, çok taraflı ve çok aşamalıdır. Bunun için her taraf samimi bir şekilde kulağını dört açmalı ve iletişim ortamını bozmamalıdır.

Şirketler, “çözüm ortaklarını”, yani “paydaşlarını” tam da bu ortamda korumalıdırlar. İktisadi oyun “tek rauntluk bir oyun” değildir. Küçük bir mahalleye dönen dünyada gerek talep, gerekse arz piyasası yerküreye yayılmış durumda olduğundan, şimdi her zamankinden daha çok bir “tekrarlanan oyun” ile karşı karşıyayız. Bu nedenle “altın vuruş” mantığına dayalı kısa vadeci tek seferlik kazanç kapılarını zorlamak, girişimcinin bindiği dalı kesmesi anlamına gelecektir. Bu oyunda herkes rolünü uzun vadeli hesaplara göre oynamalı, bütün dikkat itibarın korunmasına verilmelidir.

Bu bağlamda bankalar verdikleri krediyi panikle geri almak adına, kredi verdiği şirketi köşeye sıkıştırarak sonucunda şirketin batmasına sebep olmak yerine kredi kanallarını açık tutmaya gayret etmelidirler. Bu şekilde firmaların ayakta kalmaları sağlanarak uzun vadede iş yapabilecekleri ortamın kaybolmasına engel olmalıdırlar.

Şirketlerimiz böylesi bir ortamda ilk fırsatta yetişmiş emekçisini sokağa atmamalı ve yeni dönem için birikmiş beşeri sermayesini korumalıdırlar. Şu ana kadar olduğu gibi bundan sonra da birlikte çalışmak zorunda olunacağı düşünülmelidir. Bugün, zamanın paylaşma zamanı olduğu akıldan çıkarılmamalıdır.

İş yapan toplumun her kesiminde alacak verecek ilişkisine herkes azami dikkat göstermeli, vadesi gelen borçlar, çek ve senetler zamanında ödenmeli ve zincirleme bir trafik kazasına neden olunmamalıdır.

Bu dönemde müşteri çekebilmek için yeni buluş, icat ve pazarlama yöntemleri denenmeli, pazarlama ve satış sonrası hizmetlere odaklanılmalı, müşterileri küstürmek gibi büyük bir hataya düşülmemelidir. Şu an, müşteri her zamankinden daha kıymetlidir ve devamlı ilgi gösterilmelidir.

Hükümetin de bütün dikkatini bu hassas ve oldukça daralmış alanın etkin idaresine teksif etmesi gerekmektedir. Ayrıca gerek kamu ve gerekse özel şirketler aldıkları mal ve hizmet bedellerini zamanında ödemelidirler.

Unutulmamalıdır ki, Türkiye Ortadoğu-Körfez, Balkanlar-Doğu Avrupa, Kafkaslar-Rusya-Orta Asya bölgesinde üretim ekonomisini oturtmuş, çeşitlendirmiş, teknolojini yükseltmiş ve kalite standartlarını yakalamış tek büyük ekonomidir. Bu özellikleri haiz bir Türkiye, Avrupa"da kapatılmak durumunda kalan fabrikaların taşınması için iyi bir alternatif olacaktır. Böylelikle eğer bu zor dönem asgari hasarla atlatılabilirse, Türkiye krizin içinde ve sonrasında “fırsatlarıyla” öne çıkan ülkelerin başında yer alacaktır.

Öte yandan Türk Lirasında son aylarda gözlemlenen değer kaybının sonuna gelindiği ve bundan sonra yeniden değer kazanma sürecine girmesi beklenebilir. Hatta bu gelişme, faizlerdeki hızlı sayılacak bir düşüşe rağmen yaşanacak gibidir. Zira yılın ikinci yarısıyla birlikte Türkiye"ye yeni sermaye girişleri de başlayabilir. Nitekim yılın son çeyreğinde, yani uluslararası piyasalardaki gelişmelerin en kötü olduğu bir ortamda dahi Türkiye"ye yabancı sermaye girişi devam etmiştir. Kasım 2008 itibariyle giren doğrudan yatırımlar ise 16 milyar doları aşmış olup, yılın tamamında bu konuda altın çağ olarak beliren 2006-2007 ortalamasına yaklaşılmış olacaktır.

2009 yılında Türkiye"ye girecek yabancı sermaye (gerek doğrudan yatırım ve gerekse uzun vadeli krediler olarak) beklentilerin tersine artmaya devam edecektir. Bu süreçte Körfez sermayesi yine öne çıkacaktır. Bu meyanda gelir ortaklığı senedi, kira sertifikası gibi finansal ürünlerin ve iletişim-ulaşım, enerji, sağlık, tarım gibi alanlarda geliştirilecek projelerin çok büyük önemi olacaktır.

Türkiye, 2002 yılından beri yüksek tempoda büyürken, “bir gün patlaması muktedir olan” yan etkiler de sürekli şişiyordu. Cari açık, enflasyondaki direniş ve özel sektör dış borçları bu kategoridendi. Hatta büyümenin 2006 ve sonrasında ivme kaybetmesinin ekonomik nedenleri de bunlardı. Diğer en önemli nedeni de şimdilerde yaşanan Ergenekon süreçleriyle ilintili olarak gelişen siyasal istikrarsızlıkların Türkiye"yi reform ve AB gündeminden kopartmış olmasıydı.

Ancak şimdi özellikle içeride talebin canlanmasıyla birlikte Türkiye"nin yeni bir yüksek büyüme patikasına girmesi için istisnai bir kıvam oluşmaktadır. Bu bağlam da MÜSİAD"ın 2009 yılına yönelik öngörüleri şöyledir:

1. Cari açık öngörüsü: İç ve dış durgunluk, düşen talep, hızla gerileyen enerji, emtia ve gıda fiyatları nedeniyle gerek cari açık ve gerekse enflasyon büyük bir hızla gerileme sürecine girmiştir. Nitekim Haziran"da aylık bazda 5 milyar dolarla zirve yapan cari açık ondan sonraki aylarda hızla gerilemiş, en son Eylül ayında %60, Ekim ayında %20 ve Kasım da ise %80 oranında gerileyerek sırasıyla 0,9 milyar dolar, 2,5 milyar dolar ve 0,5 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Buna göre 2009 yılının tamamında cari açık 25 milyar dolar bandına kadar gerileyecek ve bunun finansmanında bir sorun yaşanmayacaktır.

2. Enflasyon öngörüsü: Keza 2009 yılında ÜFE"deki büyük düşüşlerin tetiklediği bir süreçte TÜFE enflasyonu da hızla gerileyecek ve yılı %7 bandında bitirecek gibi gözükmektedir. Yılın son ayında hızlanan ÜFE ve TÜFE"deki düşüş, 2009 yılının ilk yarısında hızlanarak devam edecektir.

3. Faiz öngörüsü: Bu iki nedenle Merkez Bankası rahatlıkla faiz indirme sürecine devam edebilecek ve faizlerin seviyesi 2009 yılı sonunda büyük bir ihtimalle 2005 yılı sonunda ulaştığı en düşük düzeyin altına sarkabilecektir. Özellikle 2009 sonu için enflasyonun %7"ler bandında olması hedeflendiği düşünüldüğünde TCMB faiz oranlarının daha da düşmesi gerekmektedir. Bu kapsamda, geçen hafta içinde TCMB"nın faiz oranlarını 200 baz puan düşürerek gecelik borçlanma faiz oranlarını %13 bandına çekmiş olması takdire şayan isabetli bir uygulama olmuştur. Bunu gösterge faiz oranlarının gerilemesi takip edecektir. Şimdi sıra bankaların buna uygun reaksiyonu vermesindedir. Ayrıca bu faiz indirimleri vesilesiyle TL'deki %30'lara varan değer kaybının bir süre bu seviyelerde kalması başarılmış ve ihracatımızın göreceli avantajı konumu korunmuş olacaktır.

4. İç piyasanın canlandırılması: Mali disiplinin, kamu finansal dengelerinin, genel olarak bankacılık sisteminin oldukça sağlam olduğu ve iyi işlediği, bankaların ve reel sektörün de sendikasyon kredilerini %80'leri aşan oranda yenilediği bir ortamda, kamunun aldığı tedbirlerle belirsizlikleri azaltıp, güveni artırabilmesiyle, iç talep yılın ikinci yarısında hareketlenecektir. Böylece Türkiye krizden göreceli olarak en önce çıkan, bu nedenle de fırsatlar anlamında diğerlerinden “ayrışacak” bir ülke olacaktır.

5. Hükümetin devreye girmesi: Kriz ortamında kıt kaynaklarla devreye giren hükümet, kriz ortamını da vesile ederek, yapacağı katkıları gelişi güzel değil, zaten Türkiye ekonomisinin içine girmesi gereken yapısal dönüşümü de tetiklemek için etkin bir iktisat politikası aracı olarak kullanmak istemektedir. Bu meyanda birleşen şirketlerin 1 ve 2 seneye kadar müddetle kurumlar vergisinden muaf tutulacak olması son derece isabetlidir. Bize göre birleşmeleri tetiklemek üzere hem daha etkin bir teşvik mimarisi düşünülmeli, hem de bu uygulamalar, ortak piyasa geliştirme, ortak satın alma organizasyonları gibi alanlara da teşmil edilmelidir.

6. Kamu inisiyatifinde öncelikler: Kriz nedeniyle her fırsatta Hükümetten “tedbir almasını” talep eden istekler sonunda gidip bir kaynak kullanımına çıkmaktadır. Bir yandan iktisadi faaliyetin ağırlıklı kısmını teşkil ettiği için hükümetin herkesi kurtarma gibi bir imkânı yoktur, öte yandan da sorun büyük oranda kaynak akıtılarak çözülecek cinsten değildir. Sorun güven ortamının yeniden ikame edilmesiyle ilgilidir. Bunun için bütün ağırlığın kredi kanallarının açık tutulmasına, gelir vergilerinin bir süreliğine ertelemesine, KOSGEB bütçesinin artırılmasına, yardımların çeşitlenerek miktarının artırılmasına, bunların ödeme süreçlerinin hızlandırılmasına, desteklerin geri ödeme sürelerinin ise uzatılmasına verilmesi gereklidir. Bunun yanında hükümetin 2009"un “yatırımlarda atılım yılı” olarak ilan ederek, yapılacak tüm desteklerin yıl boyunca bu mantıkla sürmesini sağlaması da önem arz etmektedir. İnsanlar da bu tedbirlerin özellikle bu yıla yönelik olduğunu bilmeli ve yapabileceklerinin en iyisini vakit geçirmeden bu yıl içinde yapmalıdırlar.

7. IMF anlaşması: Belirli bir kesim tarafından devamlı surette “güven unsurunun bir parçası olarak” ilan edilen IMF anlaşması, ülkenin büyüme hedefleri dikkate alınarak, reel sektör-büyüme-istihdam-yatırım odaklı politikaların uygulanabilmesine imkan verecek nitelikte olması icap etmektedir.

8. Büyüme tahmini: Burada sunulan mimarinin uygulanması durumunda 2009 yılında büyüme hedefi %2,5 - 3 civarında tutturulabilir.


HABER 7