Türk Milli Eğitim Sistemi okul öncesinden üniversiteye kadar sistematik bir bütünlük arz eder.

28 Şubatçıların millete dayattıkları sekiz yıllık kesintisiz eğitimle İmam Hatiplerin önünü keselim derken çıraklık sistemini bitirdikleri gibi başka amaca yönelik  her hangi bir noktasından yapılan müdahale olumlu ya da olumsuz yönde zinciri etkiler.  

28 Şubatçıların esnaf ve sanatkâra çırak temininde ettiği kötülüğün bir benzerini de Milli Eğitimde “kurumlara yönetici atama” konusunda AK Parti hükümetleri yaptı.

Bunca yatırıma rağmen eğitimde beklenen başarıya ulaşılamıyorsa, çocuklarımız okuduğunu anlamada yani Türkçeyi kavramada 72 OECD Ülkesi arasında 50.oluyorsa bunun başlıca nedeni yönetici atamalarının yazboza dönüşmesidir.

Çünkü milli eğitimde başarının ya da başarısızlığın ana merkezinde kurum müdürü vardır.

Müdür işinin ehli ise bilgisiyle, duruşuyla öğretmen ve öğrenci üzerindeki saygısıyla çevresinde bir itimat ve güven çemberi oluşturmuşsa fiziki şartlar zor da olsa başarı orada kendiliğinden gelir.

Burada mühim olan mesele o özelliklere sahip idarecinin seçilmesidir.

Bizim kültürümüze göre idarecilik istenmez bu sorumluluğu bihakkın yerine getirecek ehliyet, liyakat ve karakterde olanlar arasından üstlerince seçilir.

Bu usul dinimize de uygundur. Hz. Peygamber yumuşak huylulukta sahabeye örnek gösterdiği Ebu Zer El-Gifari’nin valilik isteğini yumuşak huyu nedeniyle geri çevirmiştir.

Yapı olarak devletin gücünü kullanmaktan aciz olan yönetici sadece kurumuna zarar vermekle kalmaz büyük ihtimalle sıhhatini bozacak, bütçesini sarsacak hatta aile düzenini bozacak olmasıyla kendine de zarar verir.

O nedenle AK Parti iktidarına gelinceye kadar yeterli tecrübeye sahip olmayana, halim, selim olanlara menfaatinin de bir gereği idarecilik sorumluluğu verilmezdi.

Onun öncesinde milli eğitimde aday işe müdür yardımcılığından başlatılır sonra usta-çırak ilişkisine göre yetiştirilerek gerekli tecrübeyi edindikten, olgunluğa eriştikten sonra sırasıyla üst makamlara yükseltilirdi.

Bu amaçla eskiden teftiş raporlarına yöneticinin bir üst göreve layık olup olmadığı notu düşülür ve böylece idareci seçmede gerektiğinde başvurulacak bir veri tabanı oluşturulurdu.

Asil atanma şartlarını taşıyan isteklinin bulunduğu yerlerde uzun süreli geçici ya da vekâleten görevlendirme de yapılmazdı.

Müfettiş raporu olmadan öyle re’sen görevden alma da olmazdı. Yoksa mağdurun isteği halinde idari yargı derhal iptal ederdi.

Politik zorlamalarla devre göre mesela ihtilal ortamlarında uygulamada sapmalar olsa da fazla tahribe uğramadan bu gelenek AK Parti dönemine kadar devam etti.

PEKİ, BU İSTİKRARI BOZAN NE OLDU?

BİR: Sisteme darbeyi ilk vuran 28 Şubat sonrası kurulan Ecevit hükümeti döneminde yönetici atamayı siyasi baskılardan kurtarmak amacıyla getirilen sınavla atama usulü oldu.

Sınav sadece teorik bilgiyi ölçen bir araçtır. Yöneticilikte asıl gerekli olan ehliyeti, liyakati ve tecrübeyi neyle ölçeceksiniz?

İKİ: Bakan Hüseyin Çelik yönetici atama konusunda statükoyu yıkayım derken kaş yaparken göz çıkardı, yerine bir şey koyamamasının bir sonucu bütünüyle sistemi bitirdi.

 Danıştay Milli Eğitim tarihinde o güne kadar eşi görülmeyen bir kararla bir yönetmeliği sonuçlarıyla beraber iptal etti ve bunun sonucunda birçok müdür eski görev yerlerine geri dönmek zorunda kaldı.

İşte bu ve bunun gibi geri dönüşler, sendikalıya yer açmak için görevden almalar öğrenci ve öğretmenin gözünde müdürün ağırlığını kaybettirmiş sıradan bir görevli haline getirmesiyle de eğitimi telafisi zor bir yıkım sürecinin içine sokmuştur.

ÜÇ: Atamaya yetkili müdürlerin sendikalı olmanın dışında bir özelliği olmayan ehliyetsiz ve liyakatsiz öğretmenleri kendi makamını koruma uğruna “çakma” metoduyla asaleten ya da vekaleten müdür atamaları milli eğitimi siyasetin  merkezi haline getirmiştir.

DÖRT: Milli eğitim camiası bu dönemde hiçbir devirle kıyaslanmayacak derecede adalet ve hakkaniyeti dikkate almayan tamamen politik, geçici görevlendirme ve vekaleten atamaya şahit olmuştur.

Böyle hak ve hukukun çiğnendiği bir kurumda çalışan personelden başarı beklemek, o kurumda eğitim standardının artacağını ümit etmek çorak tarladan yüksek rekolte beklemekten farksızdır.

BEŞ: Kırıntı derecesinde de olsa var olan sisteme güveni bu gün tamamen ortadan kaldıran mülakat sınavları olmuştur.

Komisyon üyeleri hiç yöneticiliği olmayanlara verdikleri 90 ve üzeri astronomik puanla adaleti hiçe saymakla kalmamış üstüne üstlük bir de alay ettiklerini 30 yıllık idari tecrübeye sahip müdür adayına verdikleri 36 puanla cümle âleme ilan etmişlerdir.

Bütün bunların bir sonucu asil de olsa milli eğitimde çoğu kurum müdürü bu gün koltuk doldurmaktan başka bir iş görmemektedir.

Daha da kötüsü öğretmenlerle yüz yüze gelmekten çekindikleri için müdür odasından mesajlaşma yoluyla irtibat kurmaktadır.

Bütün bunların bir sonucu Aydın eğitimi günden güne seviye kaybetmektedir.

Geçen “Milli Eğitim Müdürü öyle dedi ama…” başlıklı yazıda “Müdür Bilal Yılmaz Çandıroğlu nasıl müdürlük yapılır işe oradan başlasın” derken söylemeye çalıştığım buydu.