Dikkat eksikliğiniz, uyku sorunlarınız, panik atağınız ya da depresyonunuz varsa bu rakamı önemseyin! Çünkü aslında duyabildiğiniz kadar enerjik, mutlu ve başarılısınız.

Kulaklarımız anne karnından itibaren hayatımızda çok önemli rol oynuyor. Hayatın kapısından içeri anne karnında duyduğumuz sesler ile giriyoruz. Nefes, sindirim, kan akışı gibi sesleri filtrelemeyi öğreniyor, annemizin neşeli ve rahatlatıcı sesine odaklanıyoruz. Doğumdan sonra da hayat boyu yüksek frekanslı sesler beynimize enerji veriyor, adeta onu şarj ediyor. Ancak bazen yüksek frekanslı sesleri duyamıyor ve duyamamanın derecesine göre depresyondan panik atağa, iletişim bozukluklarından konsantrasyon eksikliğine kadar birçok problem yaşıyoruz. Bu yazının konusu olan ‘Frekansla Dengeleme Yöntemi’nin kurucusu Dr. Albert Tomatis, duyma şeklimiz değiştiği an psikolojimizin de değiştiğini söylüyor. Pedagog Iris Steinfeld ise İstanbul’da bebekleri, çocukları ve her yaştan yetişkini yıllardır uyguladığı frekans dengeleme terapileri ile tedavi ediyor. Iris Steinfeld’e yöntemin detaylarını sorduk.

Duyduğumuz ve dinlediğimiz sesler bedenimiz üzerinde nasıl bir etki oluşturuyor?

Kişinin okul başarısı da hayat başarısı da dünya ile ilk iletişim kurduğu dinleme yoluyla bağlantılı olarak ortaya çıkıyor. Duyma fonksiyonu, doğumdan önce, henüz anne karnındayken başlıyor. Bebek rahim içindeyken başını annenin omuriliğine yaslıyor ve annenin pozitif, neşeli, rahatlatıcı sesini dinliyor. Ancak annenin sesi gergin ise, negatif sesleri duymak istemiyor ve kulaklarını adeta bu sese kapatıyor. Bu ilk iletişim olumluysa bizim için ‘hayatın kapısı’ anlamını taşıyor. Çocuk dünyaya geldikten sonra aktif mi dolaşıyor yoksa yine adeta elleriyle kulaklarını kapatır gibi bilinçli bir şekilde duymamaya, iletişim kurmamaya mı çalışıyor; işte bu durum anne karnında şekilleniyor. Henüz bilimsel olarak ispatlanmadı ancak benimle birlikte bazı uzmanların da savunduğu hipoteze göre, duymak istemeyen bebekler hamileliğin son ayında başları basen kemiğine girmiş olması gerekirken anne karnında hala dönmemiş oluyorlar. Çünkü bebeğin başı basen kemiğine dayandığı zaman bebeğin annenin sesinden kaçması mümkün olmuyor. Dolayısıyla bebek duymamak için dönmüyor. Doğum öncesinde de sonrasında da sesler doğrudan ruhumuza açılıyor. Sesler bizi mutlu edebiliyor, dans ettirebiliyor, ağlatabiliyor aynı zamanda rahatsız da edebiliyor. Örneğin askerler savaşa hep beraber şarkı söyleyerek gidiyorlar, böylece korkuyu azaltıyorlar.

Tomatis yönteminden hangi durumlarda faydalanılıyor?

? Yorgunluk, enerjisizlik
? Uyku problemleri
? Korkular
? Psikosomatik hastalıklar (Migren, panik atak, reflü, vs. )
? Kulak çınlaması
? Vertigo – baş dönmesi
? Konsantrasyon eksikliği
? Sporcularda bedensel performansı yükseltmek
? İletişim ve ifade zayıflığı
? Kolay lisan öğrenmek
? Yaratıcılık potansiyelini yükseltmek
? Meditasyonda derinleşmek

Ritim duygusu matematiğin altyapısı

Ağlayan bebeklerin rahatlatılması, emzirme sorunları, bedensel sorunlar, otizm, hiperaktivite gibi durumlarda bir tedavi seçeneği olan Tomatis yöntemi, çocukların okul problemlerini aşmaları için de tercih ediliyor. Örneğin yüksek frekansları duymayan çocuk sürekli hareket ediyor, derste ayağa kalkıyor, konsantre olamıyor ya da dışarıdan gelen sesleri filtreleyemediği için öğretmenin anlattığını ayırt edip dinleyemiyor. Ancak tek başına, sakin olarak ders çalışırken verimli olabiliyor. Iris Steinfeld, bir şarkıyı melodisi ile söyleyebilen bir çocuğun okula hazır olduğunu ancak söyleyemeyen bir çocuğun okulda da öğretmenin sesini takip edemeyeceğini söylüyor. Müzikle ritim tutmanın, dans etmenin matematiğin altyapısı olduğunu belirten Steinfeld, “Yapamıyor deyip geçmeyin. Bunlar o kadar da önemsiz değil” diyor.

Duyma frekansımıza göre nasıl etkilendiğimiz biliniyor mu?

Kalın frekans (125-1000 Hertz); beden farkındalığı, ritim duygusu, denge sistemi, uyku kalitesi ve kas tonunu ifade ediyor. Orta frekans (1000-3000 Hertz); iletişim, duyma, anlama, konuşma, ifade etmeyi içeren bölüm. Yüksek frekans ise (3000-8000 Hertz) konsantrasyon, yaşam enerjisi, duygusal durum gibi olayları işaret ediyor. 1500 Hertz’in altını duymayan kişi kendini ifade etmekte zorlanıyor, uzun süre dinleyemiyor, yoruluyor. Müzisyenler ve sporcuların frekans spektrumu çok iyi oluyor. Özellikle keman çalanlar ve opera sanatçıları çok güçlü duyuyor.

Herkes her sesten aynı şekilde mi etkileniyor?
Bebekler için genel bilgiler var; elektrik süpürgesi ya da su akış sesi annenin kan akışının sesine benzediği için tüm bebekleri rahatlatıyor. Kalp atışı sesi dinletilen bebek rahatlayıp uyurken kalp atışı hızlandırıldığında uyanıyor ve huzursuz oluyor. Ancak doğduktan sonra herkesin seslere karşı bilinçaltında farklı şablonları oluşuyor. Örneğin bir kişi radyo sesi duyduğunda anneannesini hatırlıyorsa ve anneannesini çok mutlu hatırlıyorsa radyo sesi onu rahatlatıyor. Olumsuz olaylarla bağdaştırdığımız sesler ise bizi huzursuz ediyor.

İnsanlar size hangi şikayetlerle geliyorlar?

Örneğin 6000 Hertz altını duymayan kişi bunu bilmiyor ama duygusal bir yorgunluk, depresyon, panik atak ya da konsantrasyon eksikliği şikayeti ile geliyor. Bazen büyük travmalardan sonra bu tür sıkıntılar yaşanıyor, “Eski performansımı yakalayamıyorum, uyku sorunlarım başladı” gibi şikayetler duyuyoruz.

Tedaviye nasıl başlıyorsunuz?

Önce bir test yapıyoruz. Kişi sağ ve sol kulağından verilen sesleri duyunca elini kaldırıyor ve ortaya 125-8000 Hertz arasındaki frekans spektrumu çıkıyor. Yine kulakların duyma kabiliyetinin oranına göre kişinin sağ ve sol beyninden hangisinin daha güçlü olduğunu da anlıyoruz.

Sağ-sol beyin dengesini bilmek neden önemli?

Bizim için ikisinin etkileşiminin dengede olması önem taşıyor. Örneğin sanatçılarda sağ beyin baskın oluyor. Çok güzel fikir üretiyorlar, eser ortaya koyuyorlar, çok duygusallar, çok sosyaller ve çok dağınıklar. Aynı zamanda çok da hassaslar. Bu da bağımlılıklara yol açabiliyor. Sol beyin ise bir memur gibi. Mantık önde, sosyal zeka ve yaratıcılık düşük. Mesela stres altındayken, çok heyecanlıyken sol beyin devreden çıkıyor. Oysa ikisi dengede olursa huzurlu verimli oluyoruz. O nedenle sol beynin sağ beyne hizmet etmesi gerektiğini düşünüyoruz ve dengelemeye çalışıyoruz.

Kulağın iyi duyması iyi bir dinleyici olmayı sağlıyor mu?

Herkesin duyma ve dinleme kabiliyeti farklı oluyor. İyi duymak güzel bir yetenek ancak uzun süre dinleyebilmek de çok önemli. Yaşlandıkça kişinin orta kulak kasları zayıflıyor ve duyma yeteneği azalıyor ama bu durum, kişinin iyi bir dinleyici olmasını etkilemeyebiliyor. Örneğin çocukların kulakları çok hassas, çok uzaktaki sesleri ayırt ediyorlar ancak iyi bir dinleyici olamıyorlar, uzun süre odaklanamıyorlar.

Temelini Fransız doktor Tomatis attı

Frekansla dengeleme metodunun temelleri Fransız Dr. Alfred Tomatis’in çalışmalarına dayanıyor. 1920 yılında doğan Dr. Alfred Tomatis, Paris’te tıp fakültesini bitirdi, kulakburun- boğaz ve fonoloji alanlarında uzmanlaştı. Antropolog, klinik psikolog ve terapist Dr. Alfred Tomatis, duyma, konuşma, beden ve psikoloji arasındaki karşılıklı etkileşimi fark etti. Audio psiko fonoloji bilimsel dalının kurucusu olan Tomatis, bu bilimin terapi yöntemi olarak kullanılmasını da sağladı.

Iris Steinfeld kimdir?

Viyana Üniversitesi Psikoloji Bölümü mezunu olan Iris Steinfeld, ihtisasını pedagoji alanında yaptı. Avusturya ve Almanya’da yaptığı çalışmalar sonrasında Tomatis Terapisi (Audio–Psiko–Fonolog) lisansını aldı. 1997 yılında Türkiye’ye yerleştikten sonra Tomatis metodunu Türkiye’de ilk defa uygulamaya başladı. Steinfeld çalışmalarına, kurucularından olduğu Anael Aile Merkezi’nde devam ediyor.

Bunu nasıl başarıyorsunuz?

Tomatis yöntemi ile terapide sol ve sağ kulaktan farklı yoğunluklarda ses ve müzik veriyoruz. İki beyin arasındaki hatları yeniden kuruyoruz.

‘Dinleme Kürü’ adını verdiğiniz terapiler nasıl gerçekleşiyor?

Sadece kulaklığınızı takıp yatıyorsunuz ve 1.5 saat boyunca dinlerken dinleniyorsunuz. Yetişkinlerde genellikle Mozart kullanıyoruz çünkü onun müziği tüm frekansları içeriyor. Kişinin duyma frekansını yükseltiyoruz. Çocuklarda ve hatta bazen yetişkinlerde doğum öncesi programa geri gidiyoruz. Anne rahmindeki sesi belli bir Hertz üzerinde tekrar dinletiyoruz. Çocuk böylece suni bir şekilde doğum öncesine gidiyor. Birkaç ay sonra başka bir seansta akustik doğum da yapabiliyoruz. Çocuk kulaklıktan önce suyun içinden duyuyor, sonra da doğduktan sonraki gibi havayı duymaya başlıyor. Yani anne karnında yanlış başlamış olan iletişimi, adeta temize çekiyoruz.

Çocuklar bu sesleri sakin sakin dinleyebiliyorlar mı?

Bunu görmeniz gerekiyor, çocuklar kuzu gibi oluyorlar, gevşiyorlar. Altı yaşında bir çocuk bebek gibi oluyor. Bazıları da kulaklık kafasındayken, hem kulaklarından ses hem de kafatasından titreşim verilirken bir yandan odadaki oyuncaklarla da oynayabiliyor.

17 yaşına kadar olan çocukların kürü anneleri ile birlikte almalarını öneriyorsunuz...

Evet, bu benim çok önem verdiğim bir konu. Çocuğu bir haftada tamir edip aileye teslim etmek diye bir durum yok. Çocuklar aslında dünyaya tertemiz, saf, sevgi dolu geliyorlar. Yargı bilmiyorlar, korku bilmiyorlar, anı yaşıyorlar, merak ediyorlar, istediklerini yapabileceklerini düşünüyorlar. Onları ne yazık ki biz bozuyoruz. Annelerin kendi korkuları, güvensizlikleri çocuklarına da geçiyor. Çocuklar annelerinin problemlerini ayna gibi yansıtıyorlar. Anne düzelmedikçe çocukta terapi bir fayda sağlamıyor. Bazen çocuğu artık görmüyorum ama anne ile terapiye devam ediyorum. Benim amacım, annenin kendine gelmesi, hayattan korkmaması, kendini sevmesi, kendine güvenmesi. O zaman çocuk da mutlu, başarılı ve özgüvenli oluyor.

Kür süreleri ve tekrarları kişiye göre değişiyor mu?

Bir kür minimum üst üste 10, maksimum 15 gün sürüyor. Toplamda ise minimum bir, maksimum 10 kür yapıyoruz. İlk kürden 3 hafta sonra ikinci kürü, 2 ay sonra üçüncü kürü yapabiliyoruz. Kürler tamamlandıktan sonra bazen hastayı bir daha görmüyoruz. Bazen de birkaç yıl sonra, “Sınava gireceğim” “Uyku bozukluğu yaşıyorum” gibi şikayetlerle başvurabiliyorlar. Ben kendime ve oğluma her sene iki kez birer kür uyguluyorum.

Herkeste aynı sonuçlar alınabiliyor mu?

Herkeste mutlaka bir farkındalık yaratıyor. Bazen yüzde 30, bazen yüzde 90 başarılı sonuç alınıyor. Çocuklarda başarı, ailede nereye kadar ulaşabildiğime bağlı oluyor. Çünkü ailede huzur olduğu an çocuk çiçek gibi açılıyor. Yetişkinlerde ise yaşa, ilaç kullanıp kullanmadığına ve şikayetlerin ne zamandır devam ettiğine bağlı olarak sonuçlar değişiyor. Örneğin otizmde erken teşhis durumunda çok iyi sonuç alabiliyoruz. Ancak 4 yaşından sonra işler çok zorlaşıyor.

Bizim ruh halimizi iyi duymak mı iyi dinlemek mi etkiliyor?

İkisi de etkiliyor. Yüksek frekans bizi harekete geçiriyor, beynimize bir dinamo gibi enerji sağlayan bir kaynak. Yorgunken konuşmaya başladığımız zaman farkında olmadan enerjik olmaya başlıyoruz. Yaşlılık ya da depresyon gibi nedenlerle yüksek frekansları duyamadığımız zaman ise beden enerji alamıyor. Yüksek frekansları duyabilen kişiler uzun süre oturabilir, sessizlikte kalabilir ve etkilenmez. Ancak duyamayan kişilerin depresyona girmemek için sürekli hareket halinde olmaları, koşmaları, yürümeleri ya da yoga, meditasyon yapmaları gerekiyor. İşte duyduğumuz sesin frekansı bizi böyle etkiliyor.

Yaprak Çetinkaya

Formsante Dergisi Ağustos 2011 Sayısı