"Uzun namlulu silahlar eşliğinde alındım evimden, 2,5 aydır tutukluyum, neden tutuklu olduğumu bilmeden..."

Dumlupınar Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü üçüncü sınıf öğrencisi Ezgi Özgün'ün mektubu bu sözlerle başlıyor.

Özgün, 9 Mayıs'ta yapılan Devrimci Halk Kurtuluş Partisi Cephesi (DHKP-C) operasyonunda ev baskınıyla gözaltına alındı, ne gerekçeyle gözaltına alındığı kendisine söylenmedi, iki gün sonra tutuklandı.

O günden beri Sincan Kadın Cezaevi'nde.

Hakkında iddianame hazırlanmadı, dosyasında gizlilik kararı var. Bu nedenle Özgün ve Avukatı Evrim Deniz Karatana, Özgün'ün "örgüt propagandası" gerekçesiyle tutuklandığını sadece "tahmin ediyor."

Özgün'e Ankara Cumhuriyet Savcılığı'nda şunlar soruldu:

- Parasız eğitim istiyoruz diye basın açıklaması yapmışsınız. Kimler olarak istiyorsunuz?

- Eğitim-Sen'deki panellere katılıyor musun?

- 2011'de Taksim'de kutlanan 1 Mayıs mitingine gittin mi?

- Malatya Kürecik'te yapılan füze kalkanı karşıtı eyleme katıldın mı?

Kendisine sorulan bu soruların "durumun vahametini ortaya koyduğunu" yazan Özgün, "Parasız eğitim istemenin dahi suç kabul edilip bunun hakkında soru sorulması bile yeterince saçmayken, bu gerekçelerle tutuklandım" diyor.

"Anayasal hakkı kullanmak ne zamandan beri suç? Ben kamu yönetimi öğrencisiyim, üç yıldır süren eğitim hayatımda 'anayasal hakları, kanunların eşitliğini, isnat edilen suçun ispat gerektirdiğini' bana bu devletin okulları, akademisyenleri öğretti."

"Biz hayatı çalınan binlerce öğrenciyiz"

Özgün, "yalnız olmadığını" da şu sözlerle anlatıyor:

"Tutuklu olan binlerce öğrenciden sadece biriyim."

Eskişehir'e Erasmus programıyla okumaya gelen ve 10 Mayıs'ta DHKP-C örgütü üyeliği suçlamasıyla tutuklanan Fransa vatandaşı Sevil Sevimli (21), üçüncü yargı paketi kapsamında tahliye olmuştu.

Tahliyesi için kamuoyu baskısının önemli rol oynadığını ifade eden Özgün, mektubuna şöyle devam ediyor:

"Pınar Öğünç de 10 Ağustos tarihli, 'Ya Sevil Fransa vatandaşı olmasaydı?' başlıklı yazısında tam olarak buna değiniyordu. Sevil'in durumunu kastederek diyor ki, "...bazı öğrenci hikayeleri hiç böyle olmuyor. Kamuoyu sahiplenmek için basbayağı çarpıcı hikaye bekliyor. Sanki popstar yarışması."

"Nefes alışımızın dahi suçmuş gibi gösterilmesi yeterince çarpıcı görünmüyor anlaşılan. Hayatlarımızın, dava için oluşturulan sıra sıra kolilere doldurulması, ders kitaplarımızın dahi örgüt propagandası kapsamında alınması ilgi çekici değil mi? Bizlerin aklanabilmek için ilginç hikayelere sahip olmamız mı gerek?"

"Ne bu bir yarışma, ne de yaşananlar kurmaca. Biz hayatı çalınan binlerce öğrenciyiz."

Sevimli'nin de beraat etmediğini sadece tahliye olduğunu vurguluyor Özgün:

"Dikkat edin, beraat değil, tahliye! Kimse bu taleplerin suç olup olmadığını sorgulamıyor. Yaşadığımız tutukluluğu teşhir etmiyor. "Bu gerekçelerle insan tutuklanır mı?" demiyor. Yahut aynı davaya bakan mahkeme heyetinin, aynı operasyonla alınıp, aynı suçlamalarla yargılanan bizlerin, davalarının tarihlerinin bile belli olmadığını, yargı paketi başvurularımızın reddedildiğini sorgulamıyor. İki örneği ele alıp, dengesizliği ortaya sermiyor."

"Ne de olsa kanunda genellik ve eşitlik yoktu değil mi?"

"Ya o doktor olmasaydı?"

Özgün, cezaevinde rahatsızlandığını, tek bir doktorun çabasıyla tedavi olabildiğini anlattı.

14 Ağustos'ta vücudu alerjik reaksiyon gösteren Özgün'ün ilaçları hapishane yönetimince verilmedi. 20 Ağustos'ta hastalığı ilerledi, nefes almakta güçlük çekmeye başladı.

Hala ilaçların verilmediği öğrenen hapishane doktoru, Özgün'ün ölebileceğini söyledi ve ilaçların verilmesini, aksi halde tutanak tutacağını belirtti.

Bunun üzerine ilaçlarını alabilen Özgün soruyor: "Ya o doktor olmasaydı?"

Ayça Söylemez / Bianet