12 Eylül darbesinin popüler ekrandaki laneti bir türlü bitmiyor. Gelişi, darbe anı, ertesi ve kalıcı etkileriyle ağır bir travma olarak yaşanan, yıllarca eleştirilmesine izin verilmeyen, bir tehdit gibi kullanılan 12 Eylül ’ün ekranlardaki serüveni de hep sancılı oldu. Yok, sadece Ertürk Yöndem tarzı, TRT’de (GAP-TV’de) yıllarca yayınlanan “haber programlarından” söz etmiyorum. Yıllar sonra yapılan ve olanların çok azını gösterebilen Bu Kalp Seni Unutur Mu’nun başına gelenler “darbe” konusunda ne denli “malûl” olduğumuzu bize hatırlatmıştı. Fakat, eski defterler “açıldıkça” (şu sıralar sürmekte olan “1 Mayıs 1977’de ne olmuştu?” tartışmaları gibi) eski hastalıklar da nüksediyor. Yıllardır anlatılan “hikayeler” de en klişe hallerinde, aynen darbe sonrasının “diliyle” yeniden kurulmaya, darbenin “haklı” ve “gerekli” olduğu fikri yeniden diriltilmeye çalışılıyor. Otuzdan fazla yıl geçtikten sonra bile, böylesi tarihinden “sapmış” (anakronik) bir dili benimsemek, darbeyi dolaylı olarak olumlamak için bu sefer bir “komedi” tercih ediliyor. Tabii ki, Ertürk Yöndemvari bir “haber-programının” hiçbir çekiciliği yok artık, devir popüler anlatıların. Hele bir de işe nostalji bulaştırıp dönem müziklerinden, objelerinden, tarzı hayattan enstantaneler kattınız mı inandırıcılık artabiliyor. Ne yazık ki, şu sıralar TRT ’de gösterimde olan Seksenler dizisi, yapımcıları farkında olsalar da olmasalar da (bilinçdışlarını bilemem, niyet okuma iddiasında da değilim) 12 Eylül darbesine giden sürece olumlu bakan, haklı gösteren bir dili benimsemiş durumda.

Neyi göstereceksiniz?
İsmine kanmayın, 80’li yıllar anlatılmıyor aslında. 1980 yılbaşı gecesinin hemen öncesinden başlayan ve henüz 12 Eylül ’e gelmeyen bir tarihi kesit içinde hikayesini kotarıyor Seksenler. Türkiye toplumunun siyasi çalkantılar ve ekonomik sorunlar nedeniyle en politize olduğu dönemlerden biri olan 70’lerin son çeyreğinde nasılsa varolabilen bir “apolitik” aile oturtuluyor anlatının omurgasına. Web sitesindeki tanıtım bölümünden okuyoruz: “Seksenler dizisi, Türkiye ’nin 1980’lerin başından günümüze değin geçen 32 yıllık geçmişini ve değişimin hikayesidir. Klasik bir Türk ailesi üzerindeki etkilerini hedefleyen eğlenceli bir dönem sitcom’u olan dizide sosyal hayattaki değişimin, hayatımıza giren yeniliklerin bizleri nasıl etkilediğini gözler önüne serecek.” İlginç değil mi? Neden, örneğin 30 yıl öncesinden başlamıyoruz da, tam da darbenin olduğu 1980 yılından başlıyoruz sorusunun cevaplanmaması, ama yine de, “klasik” Türk ailesinin etkilendiğinin ve değiştiğinin söylenmesi tuhaf bir lapsus (şaşkınlık uyandıran bir unutkanlık ya da daha da kötüsü, küt bir kayıtsızlık) değilse nedir? Tabii ki 80’ler, en tehditkâr yöntemlerle gençlerin “apolitize” (yoksa, 12 Eylül öncesine mi dönmek istiyorsunuz?) olmaya zorlandığı, sivil toplum örgütlerinin ortadan kaybolduğu, kitapların örgüt materyali olarak silahlarla beraber ekranlarda teşhir edildiği, grevsiz bir hayatın norma dönüştüğü, işçilerin hızla sendikasızlaştırıldığı, insanların yerli yersiz tutuklandığı, işkencelerden geçirildiği korkunç bir dönemdir de. Bunları da gençlere gösterebilecek misiniz? Tabii ki hayır, ama göreceğimiz başka şeyler olacakmış tanıtım metnine göre. “Bir çocuk sobayı, merdaneli makineyi, pul yapıştırıp yolladığımız mektupları, anket defterlerini, siyah önlükleri, kolalı yakaları, sokaklarda koşturarak sürdüğümüz telli arabaları, misket dolu torbaları ilk defa bu dizide görecek.”

Konu mankenleri
Sadece bunları gösterseler, dizinin neden 1980 yılında geçtiğini sorgular, “apolitize” bir anlatı der, eleştirir, geçeriz. Ama durum o kadar basit değil. Bakıyoruz duvarda “Faşizme Karşı Omuz Omuza” yazıyor, daha sonra “Komünistler Moskova’ya” da duvarı süslüyor. Devam ediyoruz, aynı “karanlık adam” önce bir “sağcıyı”, bir süre sonra da bir “solcuyu” öldürüyor. Yani, dizinin anlatısında, tanıtım metninde iddia edildiği gibi sadece devrin objeleri arzı endam etmiyor, devrin “hadiseleri” de hikayeye eklemleniyor, solcu ve sağcı (aynı mahalleden eski) arkadaşların birbirine diklendiği sokaklar gösteriliyor, kontrgerillayı çağrıştıran kişiler gençleri birbirine karşı kışkırtıyor ve öldürüyor. Dizinin anlatısının arkaplanında 80’lerin politik dili yeniden canlanıyor. “Nifak tohumları ekilmiş, kardeş kardeşi kırmaya başlamış ve neticede, şanlı ordumuz, iç hizmet kanundan aldığı yetkiyle duruma geçici bir süre için el koymak zorunda kalmıştır.”
Böylece, yılbaşı gecesindeki tombala, birinci, ikinci çinkolar, evde konuk olarak kalan tuhaf saçlı ve aksanlı Alamancı yeğen, İspanyol paça pantolonlar, jöleli saçlar, listeler hazırlanıp götürülen ve listedekileri kasete çeken Ergun Plak gibi plakçılar, eve bir gün geleceği hayali kurulan otomatik çamaşır makinaları, siyah beyaz televizyonlar ve regülatörleri gibi unsurlar “esas hikayenin konu mankenleri” olmaktan öteye gitmiyor. Peki, esas hikaye ne oluyor bu durumda? Bu sorunun cevabını ararken bir kahveye otursak, kahve taranabilirdi belki ama dizide kahve yok; yokluğu çekilen malları görmek için bir bakkala girebilirdik ama bakkal da yok. Sadece pastanesi, bir de plakçısı var o sokağın, bir de kibar polisleri. Esas hikaye de buralarda şekilleniyor zaten. “Klasik” Türk ailesi kendi halinde yaşayıp, kendi yağıyla kavrulup kendi derdi, tasasıyla yaşamını sürdürürken “dış mihraklar” yoluyla “politika” denen musibet memlekete gelmiş, daha hazır olmadığımız “demokrasinin” araçlarını kendi çıkarına kullanmış, gençleri birbirine karşı kışkırtmış ve güzelim vatanı bir yangın yerine çevirmiştir. “Müdahele etmeyip de ne yapacaktık bu vaziyet karşısında sayın vatandaşlarım?” Gittiği her şehri kendi memleketi, yaşayanları ise hemşerisi ilân eden, daha sonra şehrin anahtarı takdim edilen Kenan Evren hep bu suali sorardı. Seksenler’in yapımcıları bu sualle nasıl hâlleşecek? Evren’in konuşmalarını da dinleyecek miyiz siyah beyaz TV’den? Olmazsa, gerçeklik hissi zedelenir, üzülür, küseriz...

ORHAN TEKELİOĞLU: Bahçeşehir Üni.