10 Ağustos 2014 Pazar günü cumhur olarak ilk defa başkanımızı seçtik. Aslında halka dayatılan adaylardan birini seçtik. Neden mi? Gayet basit. Cumhurun başına aday olabilmek için öncelikle 20 milletvekilinin sizi aday göstermesi lazım. İçinde bulunduğumuz siyasi konjonktürde sıradan bir kişinin aday olabilme olasılığı sıfırdır. Lider sultasının egemen olduğu siyasi partilere mensup vekillerimizin böyle bir aday gösterme şansı elbette yoktur. Bırakın sıradan vatandaşı, geçtiğimiz seçimde bir milletvekilini bile aday gösteremediler. Liderler ne diyorlarsa onu kabul etmek zorundalar, yoksa ne olacağı hepimizin malumu.

                Seçimde Başbakanımızın yanı sıra iki aday daha vardı. Bunlardan birisi etnisite temeline dayalı politika yapan ve çoğunlukla da bunlardan oy alan Demirtaş. Diğeri ise çatı adayı olarak nitelendirilen bir akademisyen, İhsanoğlu. Chp ve Mhp ile beraber diğer bazı partiler bu adayı desteklediklerini beyan ettiler. Liderler düzeyinde yapılan bu destek beyanatları yerini bulamamış ki beklenen oyu alamadı İhsanoğlu. Bu da risk alan siyasi parti liderlerinin çuvalladığını göstermektedir. Halkın tanımadığı, benimsemekte zorlandığı bu aday için ‘’tıpış tıpış oy vereceksiniz’’, açıklaması da ayrı bir antipati oluşturdu. Ayrıca bir birine taban tabana zıt görüşlerin bir çatı altında toplanmasının ne derece güç olduğu da görüldü bu seçimde. Demek ki zorlama ile, dayatma ile bir yerlere varılmıyormuş.

                Adayların tanınırlık düzeyleri, devlet olanakları, biat toplumu olmamız gibi sorunlar da seçimi kökünden etkiledi. 12 yıldır her gün basında boy gösteren bir Başbakanın karşısına, düne kadar kimsenin tanımadığı bir adayı göstermek baştan kaybetmeyi göze almak gibi oldu. Köydeki Fatma teyze her gün televizyonlarda gördüğü başbakanı, elbette adını bile söylemekte zorlandığı diğer adaya tercih edecekti. Nitekim de çoğunlukla öyle oldu. Etnisiteye bağlı olarak aday olan Demirtaş’ın oy aldığı yerleri ayrı tutarsak, bu görüş oldukça ağır basmakta. Başka bir etken de İhsanoğlu’nun siyasi düşünceleri ve geçmişinde bulunan bazı ayrıntılar sol kesimden oy almasını engelledi. İhsanoğlu’nu içlerine doğal olarak sindiremeyenlerin büyük kısmı sandığa bile gitmedi.

                Siyasi parti liderleri bu seçimde risk almışlar ve aldıkları bu risk karşısında da kaybetmişlerdir. Siyasette kaybetme alışkanlığı kötü bir hastalıktır. Bu hastalığa yakalandığınızda hemen tedavi olmaz ve kurtulacak reçeteleri hayata geçirmezseniz, artık kronikleşmişsinizdir. Hepimiz biliriz ki kronik hastalar asla iyileşmezler. Risk alıyorsanız sonucuna da katlanmak zorunda kalırsınız. Ama bu durumu mevcut liderlere anlatmanız oldukça zordur. Muhalefet liderleri yenile yenile yenmenin nasıl bir duygu olduğunu da unutmuşlar.

                Bu seçim bize başka bir durumu daha gösterdi. Partilerimizin elle tutulur bir seçim stratejisinin olmadığını adeta gözümüzün içine soktu. 12 yıldır iktidarda bulunan parti dışındaki partilerin iktidara geliş stratejileri, halkın sorunlarının çözüm yollarını gösteren çalışmalar, ülkemizin ilerlemesi için ortaya atılmış politikaları yok. Bu ortamda sesini yükseltebilen, halkın duygularını okşayabilen, söylemleri ile davranışları ile halkın sesi olabilmeyi başarabilen iktidar partisi iktidarını uzun yıllardır sürdürebilmekte. Eğer bu lider sultası ve yetersiz stratejiler aynen devam ederse durumun değişeceğini beklemek, temmuzda Antalya’ya kar yağmasını beklemek gibi oluyor. Olması gereken istifa mekanizmasının işlerlik kazanması, genç ve yetkin liderlerle yola devam edilmesi ve partilerimizde demokratik yapının işlerlik kazanması sağlanarak doğru stratejilerin uygulanabilmesi gerekmektedir. Daha iyi yarınlara olan inancımızla.

Sosyal medyada bu konuyla ilgili düşüncelerinizi #aydınkonuşuyor etiketiyle paylaşın, yayınlayalım! 

facebook.png twitter.png

habericiuygulamalar.jpg