1982 Dünya Kupası final maçıydı.

Miladi Temmuz, Hicri Ramazan…

Yaz günü ya, kahvehanelerde masalar, sandalyeler ve televizyonlar dışarılardaydı.

Germencik’te İstasyon Camii’nin hemen karşısında, biz çocukların yegâne top sahası olan boş arsanın köşesinde bulunan Şerfalinin Kahvehanesi’nde de durum aynıydı.

10-11 yaşlarında çocuktuk. Oyun oynama hakkımız akşam ezanına kadardı. Akşam ezanından önce evde olmazsak hem canımız, hem tenimiz fena yanardı.

Sadece eğer o akşam mahallemizde bir düğün varsa düğün bitinceye, yahut vakitlerden Ramazan ise Teravih’e gitmek şartıyla yatsı ezanı okununcaya kadar sokaklarda doyasıya oynayabilirdik.

Şimdi Almanya ile İtalya oynuyordu.

Çoğumuz Almanya’yı tutuyorduk. O yıllarda koşarken, topa vururken, çalım atarken Rummenigge, Littbarski, Breitner oluyorduk. Kaleci isek Shumaer…

O tarihlerde neden hep Almanya’yı tuttuğumuzu ise hiç sorgulamazdık. Sonradan anladık işin aslını. Bunun tarihten süregelen bir bilinçaltı olduğunu…

Çünkü vakti zamanında İtalya, Fransa, İngiltere ve Rusya dahil, bilcümle Avrupa ile sayısız savaşlar yapmış, ama Almanya ile hiç savaşmamıştık.

Ve yine 1960’lar ve 70’lerde Almanya’nın, kendisine hep garibanlığın reva görüldüğü Türk Köylüsü için ekmek kapısı olduğundandır Almanya’yı tutuyorduk.

Rahmetli Halit Kıvanç anlatıyordu maçı.

Şerfalinin Kahvehanesinde, bu arada rahmetli İğneci Şerif Ali Amca kahveci değildi. Kahvehanenin mülkiyeti ona ait olduğu için kim işletirse işletsin oraya Şerfali’nin kahvesi denirdi.

Neyse sözü uzatmayalım, yetişkinler sandalyelere kurulmuşlar, biz çocuklar onların arkasında ayakta maçı seyrediyoruz.

Derken Rossi bir gol atıyor. İçimiz cız ediyor. Sanki bizim milli takım gol yemiş… Kahvedekilerde bir sessizlik… Televizyonun sesi ise gümbür gümbür yankılanıyor.

Sonra, Breitner ve Rummenigge golleri kaçırdıkça bütün kahvehane öyle bir kızıyor ki…

Kahvecinin kulağı ezandaymış ki birden televizyonun sesi kısılıyor.

Hocanın sesini duyuyoruz.

Maç hala devam ediyor…

Aklımız ve vicdanımız git-gellerde… Maça mı baksak, namaza mı gitsek…

Ezan ha bitti, ha bitecek.

Almanya yenik, maç devam ediyor. Dünya kupası final maçı bu… Bir daha, taa dört yıl sonra…

Aklımız ve vicdanımız hala mücadele ediyor.

Sonra mı?..

Çocukluğumuzun tertemiz vicdanı baskın geliyor, Allah’ın çağrısına koşuyoruz.

Çocuk masumiyeti… Çocuk teslimiyeti… Çocuk berraklığı işte…

Acaba diyorum,

Şimdi olsa Teravih Namazı’na mı giderdik, yoksa maçı mı seyrederdik?..

Her halde cevap büyük oranda maçı seyretmek olurdu, değil mi?

Fakat şu var sevgili dostlar!..

Teravih’e de gitsek, maçı da seyretsek sonuçta bu Allah ile bizim aramızda olan bir şey. Bir mahallenin, bir şehrin ve bir ülkenin gidişatını doğrudan etkileyecek bir tercih değildir yani.

Oysa ben, çocuk masumiyeti ve tertemiz çocuk vicdanı için, asıl şunun altını çizmek istiyorum.

Hani 23 Nisanlarda çocuklar, sembolik de olsa birkaç saatliğine makam koltuklarına otururlar ya…

Hani o koltuklar çocuklar için birkaç saatlik, ama sahipleri için bir ömürlük yapışkan koltuklardır.

Bırak elbiselerini, derilerini de bırak, yürekleri ve akıllarına kadar yapışmışlardır ya…

İşte ben, bir kerecik olsun tertemiz çocuk vicdanları o koltuklara sinse ve sonra o koltukların sahiplerine geçse diyorum…

Çok mu romantik oldu ne?… Çok mu ütopik oldu?...

Neyse dostlar, öylesine bir şey işte. Ramazandandır, oruçtandır…

Mübarek Ramazan ayımız hepimize, devletimize, milletimize, İslam Âlemine ve tüm insanlığımıza hayırlara vesile olur inşallah…

Sağlıcakla kalın…

 

 

Aydınpost ANDROID'de TIKLA İNDİR!   Aydınpost APPSTORE'da TIKLA İNDİR