"Aydınlıkta ortaya çıkanlar özgürlükçü oluyor, 27 Nisan'da gece nöbet tutan Cemil Çiçek özgürlük karşıtı, devletçi filan" diyen Cemil Çiçek ekliyor: "Demokrasi atılımlarının hamallığını ben yaptım, hesabıma nimeti değil külfeti düştü. Çok değiştim, bak sana söyleyeyim..."

NEDEN

TBMM Başkanı Cemil Çiçek’le bir ay kadar önce bir yazım nedeniyle uzun uzun telefonda konuşmuştuk. Bana ‘basının tasallutundan’, kendisinin yanlış anlaşıldığından bahsetmişti. Bu röportajın sözünü o gün aldım. Yıllar içinde belirli konular hakkında verdiği beyanatlar nedeniyle kendisiyle ilgili pek de makbul olmayan manada ‘devletçi’ yargısı oluşmuştu. Bu yargı şu anda belki de Türkiye’nin en hayati meselesi, yeni anayasayı, hazırlayacak olan komisyonun başkanı olması dolayısıyla iyice irdelenmeye muhtaç hale geldi. Ne kadar değişti, bu yargıya yol açan sözlerini nasıl açıklıyor, komisyonda neler oluyor hepsini konuştuk. Ayırdığı vakit ve sabrı nedeniyle kendisine teşekkür ederim.

30 yıldır siyasetin kilit noktalarında, en kıymetli mercilerde görev yaptınız. Ama duydum ki siz şu anda Anayasa Komisyonu’na başkanlık etmeyi her şeyin üstünde tutuyormuşsunuz. Doğru mu?
Çok partili hayatı 1950’den başlatıyorsak, ben neredeyse yarısında yer aldım. 1984’ten beri anayasanın uygulamasını takip eden, sorumluluk taşıyan birisi olarak gördüğüm nokta şudur: Bugün Türkiye’nin enerjisinin gücünün boşa harcanmasında bu anayasanın çok önemli rolü var. Çünkü yaptığımız tartışmaların çoğu anayasayla ilgili bir bakıma. Her sabah dünya yeniden kurulur, her sabah Türkiye’de yeni bir sorun var ve üstelik bunların çoğu anayasal. Son iki aylık Radikal manşetlerine bakın, vurgu yaptığınız konuların önemli bir kısmının anayasayla ilgisi olduğunu göreceksiniz. Demek ki bu anayasa sorun üretiyor. Herkesin görüşü bu, o nedenle herkes yeni bir anayasa istiyor. Bugün elimizde önemli bir fırsat var çünkü şu andaki Meclis’in yüzde 95’i halkı temsil ediyor. Bohçanın dört ucunun bir araya geldiği, geçmişte böyle bir fırsat olmadı. Bu fırsatı iyi değerlendirmeli. Yoksa bir 30 yıl daha anayasa konularını tartışmak mecburiyetinde kalırız. Hani tartışıp da bir çözüme bağlayabilsek bir şey demeyeceğim. Ama konuşuyoruz konuşuyoruz konuşuyoruz, noktalayamıyoruz.

Ama bu sefer konuşuyoruz konuşuyoruz olmayacak değil mi, vatandaşlara söz verdiniz…
Yapmamız lazım. Parlamentonun milletimize borcudur bu. Dolayısıyla çok önemsiyorum bu işi, gece gündüz demeden Türkiye’nin her tarafındaki toplantılara gidip anlatmaya çalışıyorum.

Bizler sizin başkanlık ettiğiniz o komisyonda neler olup bittiğini merak ediyoruz. Örneğin Rıza Türmen AİHM yargıcıyken, siz Adalet Bakanı’ydınız ve o sizin icraatlarınızı çok eleştiriyordu. Komisyonda ne tür tartışmalar yaşanıyor?
Sayın Türmen’in önemli gayretlerine tanık oluyorum. Bir çok sıkıntıyı da beraber göğüsledik, onu da ifade edeyim. Komisyon gerçekten uzlaşı içerisinde bu işi götürüyor. Ama mayıstan itibaren, yazılım safhasına geldiğimiz vakit elbette tartışmalar olacaktır. Yani kafa göz yarmak anlamında değil, müzakere üslubuyla. şimdi burada müzakereleri dört partinin temsilcileri yapacak, ben bu işin yöneticisiyim, müzakerenin yapılmasına başkanlık yapıyorum. Ama işin motoru bu partilerdir, ben onlara rağmen bir şey yapamam, almadıkları bir kararı uygulamaya koyamam. Bunun da bilinmesinde fayda var.

Kürtlerden, azınlıklardan, LGBT bireylerinden, kadın platformlarından önerileri topluyorsunuz. Bunlar arasında sizin tüylerinizi diken diken eden şeyler oldu mu?
Bir kere biz nisan sonuna kadar görüş bildirmiyoruz bu manada. Çünkü biz görüş bildirdiğimizde yönlendirme anlamı çıkar. Bunlar zaten kafaya koymuşlar, bize usulen soruyor derler. O zaman da toplantıların kıymeti kalmaz. 1 Mayıs’tan itibaren anayasanın omurgasını oluşturmaya başlayacağız. ışte o zaman diyeceğiz ki örneğin vatandaşlık veya eşitlik maddesiyle ilgili kim ne demiş diye bakacağız. Vatandaşın, akademik çevrelerin ve siyasi partilerin verdikleri görüşleri inceleyeceğiz. Taslak metnini yazdıktan sonra da kamuoyunun tartışmasına açacağız. Eksiği fazlası var mı bakın diyeceğiz. Çünkü herkesin görüşünün o metne yansıması mümkün olmayabilir. Çok sert görüşler de var, şöyle de olsa daha iyi olur diyenler de var. Herkesin fikrine göre değil de ortalama bir anayasa yapmak gerekir.

Devlet görevi kaderim

Ama size göre sert olan görüşlerin ne olduğunu biz bileceğiz değil mi?
Taslak metnini sunacağız. Ayrıca bize gelen görüşlerin tamamını da kayda alıyoruz, ileride bu işin bir külliyatı oluşsun diye. Ve tabii bunlar da yayımlanacak.

Geçen ay bir mesele nedeniyle konuşurken yine laf dönüp bu konuya geldiği için, açıkça sormakta bir beis görmüyorum. Muhafazakâr, milliyetçi ve devletçi bir simgesiniz bir sürü insana göre. O yüzden kapsayıcı bir anayasanın sizin başkanlığınızda nasıl çıkar diye şüpheler var…
Siyasete girdiğim andan itibaren kader bana devlette görev yapma imkânı verdi. Beni devamlı orada görenler bir tür devletle özdeşleştirme yapıyorlar. Ama bu benim ne yaptığıma bakarak yapılan bir değerlendirme değil. Ayrıca Türkiye’de herkes bir siyaset güdüyor. Kendine çok özgürlükçü diyenlerin görüşleri olabiliyor ama sıra benimkilere gelince bir itham konusuna dönüşüyor. Türkiye’nin siyasi modernleşme tarihi ithamlar tarihidir. ılericidir, gericidir, Amerikancıdır, Rusçudur, sağcıdır, solcudur… Bunlar taltif manasında değil, itham olarak kullanılır. Benim devlette yaptığım görevler biraz da bu tür algılamaya müsait görevlerdi. Yani tarım bakanıysanız, sizin düşüp kalktığınız çevre çiftçilerdir. Güvenlik işlerine bakıyorsanız, devletin güvenlik kurumlarıyla ilgilisinizdir. ıyi de… Başımıza bir sıkıntı geldiğinde, devlet nerede diye bağırdığınızda herhalde meteoroloji teşkilatını kastetmiyorsunuz. Bu görevleri ben istemedim, bu ülkeyi yönetenler bana bunları yapacaksın dediler. Ama benimle ilgili göz ardı ettikleri bir şey var AB müktesabatıyla ilgili.

O dönemde uyum yasalarının hazırlanmasında etkin olmanız mı?
Tabii, yoğun bir yasama süreci yaşadık, o olmasaydı bugün AB’yle müzakere eden ülke olmayacaktık. Kopenhag siyasi kriterleri derin devletin veya devletin yetkilerini kısıtlayan, hak ve özgürlükleri ve ferdi öne çıkaran bir bütündü. Benimki nasıl bir devletçi kafa ki, bir taraftan daha fazla özgürlük düzenlemeleri yapıyor, devletin yetkilerini kısıtlıyor... Burada bir tezat var. Eğer Türkiye’de özgürlükçü olmak, liberal olmak AB ile paralel düşünmek anlamına geliyorsa, bu işin hamallığını yapan kişi benim. Tabii arkamda da bu işe destek veren bir hükümet ve başbakan vardı.

Haksızlığa uğruyorum diyorsunuz…
Türkiye’de herkesin demokratlığını, özgürlükçülüğünü gösteren sınav günleri var. En fazla demokrat gözüken çevrelerin aslında demokratlığı kendinden menkul. Bunlar diyet demokrat, diyet özgürlükçü… Zor zamanlarda onları göremezsiniz. Mesela geçen hafta 28 şubat’ı tartıştık. O tartışanlar 28 şubat’ta neredeydi bir bakın. şimdi herkes birbirinin ipliğini pazara çıkarıyor. Peki 27 Nisan? O gece hiçbir yerden talimat almadan kendiliğimden birkaç kişiyle birlikte bu işi oturup değerlendirelim dedim. Sabaha kadar, evime bile gitmeden, üzerimdeki gömleği bile değiştirmeden bir duruş sergiledim. Ertesi gün, 28 Nisan’da kimsenin gıkı çıkmıyor. 28 Nisan’da biz açıklama yapacağız diyenlerin hepsi gidiyor başka bir tarafta, başka bir kampta yer alıyor. Ortalık aydınlanıp, biz bir tavır aldıktan sonra onlar özgürlükçü oluyor, işin içinde olan Cemil Çiçek özgürlük karşıtı, devletçi filan!

Anlayan anlar

Bir saniye… Net adres vermediğiniz için tam olarak anlayamadım, kimden bahsettiğinizi. Biraz daha açık konuşabilir misiniz?
Hayır. Anlayan anlar. şimdi bu ülkede devletten taraf olmak her zaman takdir gören bir şey değil, tam tersine özgürlük karşıtlığı gibi algılanıyor. Beni itham edenler… 27 Nisan gecesi ayaktaydım, bu sınava girdim ben. Siz neredeydiniz, 28 Nisan’da, 29 Nisan’da, 30 Nisan’da ne dediniz, ne yazdınız? E AB raporlarının hamalığını ben yapıyorum, en zor zamanlarda tavır ortaya koyuyorum, parti sıkıntıya girdiğinde yedi saat ayakta AK Parti’yi savunuyorum… Yine özgürlükçü olmuyorum. Neden?

Şöyle… Boğaziçi’nde Ermeni konferansı yapılacaktı 2005’te, ‘Bizi arkamızdan hançerliyorlar’ dediniz. DTP Iğdır Belediyesi’ni kazandı, ‘Düşman Ermenistan’a dayandı’ dediniz. ‘301 kalkmasın, başka ülkelerde de var’ dediniz. Vardır yani böyle incileriniz…
Müşterisi varsa incinin, inci üretirsiniz. Bir kere her sözün bir evveliyatı var. Mart 2012’de bunları sıraladığınız için hatırlatmak mecburiyetindeyim. O vakitlerde TBMM sözde soykırım konusuyla ilgili tüm dünyaya bir açıklama yapmıştı. Deniz Baykal başkanlığında şükrü Elekdağ, Onur Öymen, Başbakan’ı Meclis’teki makamında ziyaret etmişti, ben de oradaydım. Dünyada bu konuyla ilgili gelişmeleri değerlendirildi ve denildi ki ‘Biz Türkiye olarak böyle bir iddiayı kabul etmiyoruz. Bu parlamentoların değil, tarihçilerin işi, arşivlerimizi açıyoruz, herkes açsın, tarihimizle yüzleşmeye hazırız’. Batı parlamentolarına böyle de bir deklarasyon gönderdik.

Tamam işte, o da akademisyenleri bir araya getirecek bir konferanstı…
Bu tür toplantılarda ne gibi şeylerin olduğu yazıldı, gidin bakın örneğin Gündüz Aktan’ın yazılarına. Ben de dedim ki, Türkiye bu mevzuda dışarıya karşı canını dişine takmış vaziyette tavır sergilerken burada böyle bir toplantının yapılması… Yani dedim ki, bizim ülkemizde böyle denirken, biz dışarıya durumu nasıl anlatacağız? ışin aslı esası budur. Ayrıca birilerinin vardır (soykırım) deme özgürlüğü varsa, benim yok mu?

Ama…
Ama yok. Ama dediğiniz vakit farklı bir yerde durursunuz. DTP meselesine gelirsek, fotoğrafa baktığında benim dediğim gibi gözükmüyor muydu? Hiç yanlış çıkmadım o konuda, zaten iki gün sonra beni teyit eden açıklamalar yaptılar. Niye bunu görmüyorsunuz?

Sinirleniyorsunuz bu meselelere…
Biz de insanız canım, bazen sinirlendiğimiz de oluyor. İthamlar sıralanınca…

35 yıllık siyaset hayatınıza baktığınızda, hangi fikriniz ne kadar değişti?
Çok değiştim, bak ben sana söyleyeyim. Soğuk savaşın en kızgın olduğu günlerde üniversite okudum. Sağcılar sağ, solcular sol yumruğunu çıkarırdı. Ben de siyaseti uzun zaman böyle anladım. Ne zaman ki rahmetli Özal’la karşılaştım, siyasetin yumruk sıkmak değil, el sıkmak olduğunu öğrendim. O günden beri de herkesle uzlaşmaya gayret ediyorum. Türkiye’de değişmedim diyen, değişmiştir de farkında değildir. Eskiden her şeyi devletleştirmekten bahseden sol kesimler bugün özelleştirmeden bahsediyor, iş dünyasının önemli isimleri. Ben, dün her şeyin millileşmesi gerektiğini savunuyordum. şimdi yabancı sermaye Türkiye’ye gelsin diyorum.

Peki tahammül sınırlarınız genişledi mi yıllar içinde?
Tabiyatıyla. Bugün ortada. BDP’si, AK Partisi, CHP’si, MHP’si yan yana gelmiş bir iş yapmaya çalışıyoruz. Normal şartlarda birbirimizin elini sıkmamamız gerekir. Ben değiştiğimi kabul ediyorum ve bunun doğru olduğunu düşünüyorum. Bazen bu tür değişimler kolay olur, bazen zor. Bu hem şartlara hem de düşüp kalktığın çevreye bağlı. Siyasete başladığımda bugünkü yaşımın yarısı kadardım. Bugünkü kadar dünyayı tanımıyordum, bilgiye ulaşım kolay değildi, bugüne kadar sorumluluk taşımıyordum. Benim kadar tahammüllüsüne de rastlayamazsınız. En doğru işleri yapıyoruz birlikte ama fatura bana çıkıyor. Bazıları o işlerin nimetine konuyor, benim hesabıma külfeti kalıyor. AB diyorsunuz, hamallığını ben yaptım. Demokrasi diyorsunuz, herkes ortadan kayboluyor, saf değiştiriyor. Gece karanlığında kaybolanlar, sabaha özgürlükçü oluyor. Sabaha kadar ayakta kalan ben özgürlük karşıtı oluyorum. Çok tahammüllü olduğumun bir başka kanıtı da senin sorularına cevap veriyor olmam değil mi?!

Hocalı mitingine gidip konuşma yapsaydınız ve o meşum pankartları görseydiniz ne yapardınız?
Taksim Meydanı’ndaki o pankartlar, o sloganlar aklı, vicdanı, izanı, azıcık tarih bilgisi olan birinin kabul edebileceği şeyler değildir. O anda ne yapardım bilmiyorum. Ama tam o gün uluslararası bir toplantıda konuşma yapıyordum. Tam tersine ırkçılıktan, ayrımcılıktan arınmanın, diyaloğa başvurmanın gerekliliğini anlatıyordum. Buradan anlayın ki, fikir olarak ben bu minvalde bir tepki koyardım. Bakın şu görüş, bu görüş bir yana, herkesin toplumdaki bu tansiyonu düşürmek için bir araya gelmesi lazım. Vatandaş aslında bize, Türkiye’nin aydınlarına nazaran daha soğukkanlı değerlendiriyor. Bunca tahrike rağmen sükûnetini bozmuyor.