O, yerine göre her kapıyı açan bir anahtar, her mesuliyeti yükleyebileceğiniz bir günah keçisi ve bütün komplo teorilerine inandırıcılık kazandıran çeşni.

Hemen anlamışsınızdır, "cemaat"ten bahsediyorum. Evde kalmış genç kızlar bile cemaatten bilecek diye endişe içindeyim! Rauf Denktaş'ın vefatını hâlâ cemaate bağlamadılar, hayret ettim!

 


Abarttığımı sanmayın. Bilim kurgu filmlerinde görseniz 'yok daha neler' diyeceğiniz türden absürtlüklerle uğraşıyoruz. "Cemaat Fenerbahçe'yi ele geçirmeye çalışıyormuş; onun için şike operasyonları yaptırmış." Adliye, emniyet, federasyon ve hatta UEFA'ya aynı anda hükmetmenin imkânsızlığı bir yana; taraftarın kalbi kırılarak bir takım ele geçirilebilir mi? Taraf'tan Demiray Oral, bu hikâyenin akıl dışılığını şöyle yazmıştı: "Onlara Facebook'ta 'zırva tevil götürmez' adlı bir sayfa rahatlıkla açılabilir. Böyle diyorum çünkü onların zaten Facebook'ta çeşitli sayfaları var; adları 'Cemaat akıllı ol Fenerbahçe ile uğraşma', 'Cemaatin gücü Fener'i yenemez' tarzında. Kısaca 'Cemaat' denen memleket paranoyası bu arkadaşların aklını başından uçurmuş. 'Cemaatin gücü Fener'i yenemez' muhabbeti yapanlara, 'Cemaat Gücü diye bir takım mı var?' mavrasını yapmış bulundum ve çok pişman oldum... Dur dur yetmez, çünkü en şahanesini unuttum: 'Cemaat 1907'den beri Fenerbahçe'nin ezeli rakibidir!' (Artık bu noktada Fethullah Gülen'in 1941 doğumlu olması gibi mantıklı açıklamaların bir manası yok elbette.)"

Neymiş efendim, Ahmet Şık cemaate dokunduğu için yanmış. İyi de Şık'tan çok daha ağırını yazanlar yanmadı. Hatta fırsattan istifade birçoğu unutulmaya yüz tutmuş kitabına yeni baskı yaptı. Today's Zaman gazetesi piyasadaki kitapları sıralamış hatta yazarlarıyla mülakat yapmıştı. Yanlış hatırlamıyorsam haberin başlığı da onlardan birinin ağzından verilmişti: "Dokunan yansaydı ben kül olmuştum.

Partilerin 'dış düşman' ihtiyacını da bu yeni kavram karşılıyor. MHP ve CHP en iyi örnek. Şimdi AK Parti ile ilgili aynı senaryo gündemde. PKK/KCK ile de cemaatin mücadele ettiği savunuluyor. Yani BDP de karşı cephede. İktidar ve muhalefetiyle bütün partilere savaş açmış bir sivil toplum hareketinin aklını peynir ekmekle yemiş olması lazım. Kendisini 'Hizmet' olarak tanımlamayı tercih eden hareket her konuda müstağni davranma gayreti içinde. Belki en fazla sahiplenmesi beklenen eğitim hamlesini bile temellük etmiyor. Bunu tevazu değil, gerçeğin ifadesi olarak görüyor. Çünkü orada yapılanlar, bir avuç insana, bir cemaate mal edilemeyecek işler. Erzurum'daki yurtlara çay toplamak üzere Rize'ye giderken kazada hayatını kaybeden Hacı Şaban amcadan, iki çuval çayı arabanın arkasına yüklenen esnafa kadar müthiş bir zincir söz konusu. Diplomasını aldığı gün ailesiyle vedalaşıp haritadan ülke beğenen genç öğretmeni de unutmayalım. Bu bir cemaat değil, olsa olsa camia işi diyebiliriz. Ona da sosyologlar karar versin.

Taha Kıvanç, Star gazetesinde cumartesi günü "Ah o Cemaat yok mu, o Cemaat" başlıklı yazısında konunun sadece akıl değil, izan dışılığını çok güzel anlatmıştı. Bence aşama aşama yürürlüğe konulan bir psikolojik harekâtla karşı karşıyayız. Amaçları şöyle sıralayabiliriz: Ülkenin en önemli sivil toplum hareketlerinden biri hakkında istifham oluşturup ürkütücü göstermek. Ayrıca yeni toplumsal kırılma ve cepheleşmelere zemin hazırlamak.

Akıl, mantık ve hayatın doğal akışına aykırı paranoyak iddiaları ne kadar ciddiye almak lazım, bilmiyorum. Herhalde gülüp geçmek en iyisi. Absürt haberleri gerçek zannedilen Zaytung internet sitesinin en popüler esprileri bu konu üzerine. Birini yazayım da neşelenelim:

"Avustralya hükümetinden Türkiye'ye sitem dolu açıklama: Lütfen okyanus ismi vererek konuşun, üzerimize alınıyoruz."

samanyoluhaber.com