64. Cannes Film Festivali, Woody Allen’ın izleyicilere attırdığı kahkahalarla açıldı. Esasen tipik bir New Yorklu olan ve bu kozmopolit kentin nevrotik burjuvazisini hedef alan Woody Allen, kentli ve yetişkin olmayı da mizahına kattığı için evrensel bir cazibeye sahip. Avrupalılar için Amerika’nın en cazip yeri de New York. Haliyle oradan çıkan, saksafon çalan, cazsever, filmlerine Fellini ve  Bergman misali Avrupalı ustaları referans alan bir sinemacı, ABD’den çok Avrupa’da seviliyor!
 
‘Vicky Christina Barcelona’da Barselona’yı filmin esas meselesini ve biçemini asla ikinci plana atmadan ve muhteşem oyuncu performanslarıyla besleyerek- bir rüyaya dönüştüren Allen,  Amerikan sinemasının adeta şube açtığı Paris’e, Parislilere ve başkent kültürüne ne katmış olabilir ki diye sorarsanız durum şu:
 
‘Paris’te Geceyarısı’ fantastik bir film! Başarılı bir Hollywood senaristi kendini edebiyatçı olarak kanıtlama hevesi içinde nişanlısı ve onun ebeveynleriyle geldiği Paris’te 20’li yılların nostaljisine kaptırır. Bir geceyarısı sokaklarda dolaşırken kendini o dönemde buluverir! Malumatfuruş bir Amerikalının peşinde turistik gezi yapan nişanlısını bırakıp gece yarısı Scott Fitzgerald, Ernest Hemingway, Gertrude Stein, Cole Porter, Pablo Picasso, Salvador Dali ile aynı çevrede buluşmaya başlar! Film, caz eşliğinde Paris’te bir bahar gününden manzaralarla açılıyor. Allen şehri sıcak renkler ve ışıklarla yakalamaya çalıştığını söylüyor, ama mekanla ilişkisi bundan daha ileri değil: “Farklı şehirler ve ülkeler çalışma şeklimi değiştirmiyor...”
 
Fransız first lady’si Carla Bruni’ye rol vermesinin ardında politik bir neden yatıp yatmadığı herkesin dedikodu konusu... Allen’ın cevabı ise net: Sarkozy ile kahvaltı ederken içeri girdi; çok güzeldi. Filmimde kısa bir rol ister misin dedim. O da torunlarıma gösterecek bir filmim olur deyip kabul etti.”
 
star