Sabah gazetesi muhabiri, 'hasta oldu' ve insanlar arasına karıştı...

Bulaşıcı bir hastalık olmasa da sedeften mustarip olanlar adeta cüzzamlı muamelesi görüyor. İnsanlar sedef hastalarına değil dokunmak, yanlarında bile durmak istemiyor. SABAH Sağlık Servisi muhabiri Didem Seymen, özel makyajla sedefli gibi göründü ve gündelik hayatta sedef hastalarının yaşadığı zorlukları yazdı.

Sedef bir deri hastalığı. Vücudun belirli bölgelerinde yaralar çıkıyor. Sedef bulaşıcı değil, artık tedavi de ediliyor. Ama etiketli bir hastalık. Aynı AIDS gibi, cüzzam gibi insanları korkutuyor. Sedef konusunda ciddi önyargılar söz konusu. Yazın yaklaşmasıyla birlikte sedef hastalarının dertleri artıyor. Kısa kollu, vücudu açıkta bırakan kıyafetler, onların kabusu. Zira artık kışlık montlar, kazaklar, kalın kıyafetler altında yaralarını gizleyemiyor, dolayısıyla çevredekilerin kendilerine tuhaf tuhaf bakmalarına katlanmak durumunda kalıyorlar. Günlük hayatlarını sürdürmek onlar için çok zor. Örneğin havuza girerken bile onların karşısına bir yığın engel çıkıyor. Hastalıklarının bulaşıcı olmadığına dair raporlar isteniyor.

TÜM BAKIŞLAR ÜZERİMDE...

Aslında sedef hastalarının sorunu, üç günde bir değişen derileri. Hızla yenilenen ciltleri onları utandırıyor, kızdırıyor, mahcup ediyor. Yaralar, bazen bir gecede vücudunuzda çıkabiliyor. Benim yaralarımın 'yapılması' ise tam dört saat sürdü. Makyözler Nimet İnkaya ve Yuliya Gushul, sedef hastalarının fotoğraflarına baka baka bana sedef makyajı yaptı. Makyajı yaparken bile yüzleri buruldu. Sedef yaraları alerjiye de çok benziyor, yanmış deriye de... Makyajlı derimle İstanbul turu attım. Basit bir hastalık tüm bakışları üzerimde topladı...

METRODA ÇAKTIRMADAN BAKIYORLARDI

Ben metro durağında boş bulduğum banka oturuyorum. Yanımdaki amca hemen kalkıyor. Yerine benimle sohbet eden bir kadın oturuyor.
Metroda ayaktayken, insanlar belli etmemeye çalışarak koluma bakıyor.

Yürüyen merdivenlerde arkamda genç bir kız var. "Ayyyy ben burada duramam!" diyerek hızla geri koşuyor. Arkalara doğru gidiyor. İlk sözlü tepkimi de almış oluyorum böylece...

BEN ÇALGICILARI, İNSANLAR BENİ İZLİYOR

İstiklal Caddesi'nde sokak çalgıcıları müzik yapıyor. Onları izlemek için duruyorum. Hatta videolarını çekmeye başlıyorum. Etrafımdaki insanlar uzaklaşmaya başlıyor. Mümkün olduğunca bana değmemeye çalışarak arkadan yaralarıma bakıyorlar.

GİYDİĞİM MONT 'TECRİT' EDİLİYOR

Sonra büyük bir mağazaya giriyorum. Hepimizin bildiği bir marka. Bir mont seçiyorum. Kabine yaklaşıyorum. Görevli kıza "Tek parça," diyorum. Kabin kartını bana uzatıyor ama başını yana çeviriyor. Kabinden çıkarken "Bu olmadı," diye uzatıyorum montu. Kız parmak uçlarıyla montu tutarak en uzağa fırlatıyor. Mont tecrit ediliyor yani.

YANIMA OTURANLAR TEDİRGİN OLUYOR

Sonra tekrar Şişhane Metrosu'ndan Taksim'e, Taksim'den de Gayrettepe'ye geliyorum. Taksim'e gelene kadar yol boyunca kimse etrafımdaki koltuklara oturmuyor.

Metroda, babasının "Otursana oğlum şuraya," demesine rağmen yanıma oturmayan bir gençle karşılaşıyorum.

Bir kadın, kızını yanıma oturtmuyor. Kendisi oturuyor yanıma ama yol boyunca tedirgin bakışlarını üzerimde hissediyorum.

MANİKÜR YAPMADILAR

Son olarak Gayrettepe'ye, kendi kuaförüme gidiyorum. "Sedef oldum ama bulaşıcı değil, manikür yaptırmak istiyorum," dediğimde, her zaman gittiğim yerden "Yapamayız. Şimdi biz senin eline nasıl manikür yapalım, ya mikrop kaparsan?" yanıtını alıyorum.

ARKAMDAKİLER KAÇIYOR

İkinci durağım bir dondurmacı. Dondurma alırken hiç zorlanmıyorum. Ama arkamda bekleyenler kaçıyor... "Bu ne yaaa, bu nasıl bir şeeeyy!" seslerini duyuyorum.

SMALL ELBİSE KALMAMIŞ!

Sonra ara sokaktaki bir mağazaya giriyorum. Tezgahtaki tişörtleri karıştırıyorum. Sonra mağaza sahibine elimdeki bir elbiseyi gösterek "Bunun small'u yok mu?" diye soruyorum. Kadın önce "Başka renklerde vardı, ben bir bakayım," diyerek içeriye gidiyor. Sonra içeriden başıyla "Yok," işareti yapıyor. Ben çok üzülmüş görünerek "Off hiç mi yok?" diyorum. "Small yok," diye kestirip atıyor.

KESTANECİ ELİME DOKUNMUYOR

Sonra Şişhane'den Taksim'e doğru yürümeye başlıyorum. Bir kestaneciden kestane alıyorum, parayı uzatıyorum. Kestaneci elimden parayı alırken de, para üzeri verirken de bana dokunmamaya özen gösteriyor.

SABAH