Satır arası...
Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yılmaz Esmer, kuşkusuz sosyal bilimler alanında çok kıymetli ve saygın isimlerden biri. Dünya Değerler Araştırması Derneği (WVSA) Yönetim Kurulu Üyesi de olan Esmer'in temmuzda sonuçlarını açıkladığı '2011 Türkiye Değerler Araştırması' yaşadığımız toplumu, gelecekte ne tür komplikasyonlarla karşılaşacağımızı anlamamız açısından adeta bir hazine. Bu nedenle, toplumsal sorunları ele alırken hemen her gün köşelerden, araştırmasına atıflar yapılıyor. Ramazan'da sigara içen kadının tartaklanması, şortlu voleybolcuya otobüste yumruk ve ölümleri koca elinden olan kadınlar... Prof. Esmer'in  araştırmasını okuyunca 'Daha fazlası olmadığı için şimdilik şanslıyız' bile diyebiliriz. Prof. Esmer'e gündeme oturan konuları ve araştırmasının satır aralarını yorumlattık. Onun, akademisyenliğinin sınırlarını aşmadan yanıtlamaya özen gösterdiği sorularıma verdiği yanıtlardan bir başka hazine çıktığını düşünüyorum...
 
'Bir zamanlar solcular, lüks yaşayana, viski içene çok karışırdı.  Şimdi de 'inançlı bir Müslüman', şortla, mayoyla ya da sarmaş dolaş dolaşanı kendi yaşam tarzına ciddi tehdit olarak görüyor. O zaman birlikte yaşamak giderek zorlaşıyor'
 
Türkiye gibi gündemi sürekli değişen bir ülkede toplumsal dinamikleri kavramak da en az gündemi yakalamak kadar zor. Bunu en iyi başaran isimlerden biri olan Prof. Dr. Yılmaz Esmer ile Bahçeşehir Üniversitesi'nde buluştuk ve Türkiye toplumunun hassas noktalarını ve nereye evrildiğini konuştuk.
 
- Yeni Şafak yazarı Prof. Dr. Hayrettin Karaman'ın yazısında 'Müslüman gibi yaşamayanlar için özel bölgeler yapılması'ndan söz etmesi tepki çekti ve pek çok köşe yazarı konuyu sizin araştırmanıza atıfla yorumladı. Siz bu tartışmayı nasıl görüyorsunuz?
Tabii toplumda ciddi bir hoşgörüsüzlük var. Ve bu hoşgörüsüzlük azalmıyor. Başka ırktan, renkten, dinden olan veya sizin gibi giyinmeyen veya düşünmeyen değişik gruplara karşı ciddi bir hoşgörüsüzlük var. Onun için Karaman hocanın yazdıkları da, yani 'Ben de istemem, bunlar da artık kendilerine baksınlar. Yok eğer günah işliyorlarsa edebe adaba müdahale etmek de bir Müslüman'ın hakkıdır' dediğiniz zaman işte buraya geliyorsunuz. Bir zamanlar solcular da lüks yaşayana, viski içene çok karışırlardı... O zaman, karşındakini tehdit olarak görme aşamasına geliyoruz. İşte oraya gelindiği zaman tabii birlikte yaşamak zor oluyor. Mesela, inançlı bir Müslüman şortla, mayo ile dolaşan, sokakta sarmaş dolaş olan insanı ciddi olarak kendine tehdit görüyor. Yani, 'Benim ailem de, çevrem de böyle olursa' endişeleri başlıyor. Karşı taraftada da tabii bu endişeler var: 'Gelip  benim başımı örterlerse, içki içmemi yasaklarlarsa' gibi...  
 
KIRMIZI BOYALI TAVUK
- Bu süreci nasıl yönetebiliriz?
Bunu yönetebilmek çok zor. Size gerçek bir hikaye anlatayım. Çiftlik evinde yaşayan bir karı-koca var. Kadın, evde dolaşan tavuklardan birinin kendisini tanıdığını ve devamlı onun peşinden geldiğini iddia ediyor. Tavuklar malum kedi köpek gibi değiller, onlar tanımıyorlar insanları. Kadın 'tanıyor' diye iddia edince, kocası 'Bir tanesinin alnına kırmızı boya sürelim, takip edip etmediğini anlayalım' diyor ve yapıyorlar. Sonra ne oluyor biliyor musunuz? Alnında kırmızı boya olan zavallı pilici öteki tavuklar gagalayarak öldürüyorlar! Yani, birazcık değişikliğe o kümes tahammül edemiyor, hayvanı yok ediyorlar. İnsanlar da değişik olandan hoşlanmıyor. Tabii insanlar hayvanlardan farklı olarak, eğitimle bunu aşabilmeli. Ama içgüdüyü eğitimle aşabilmek de o kadar kolay olmuyor. 
 
- Son günlerde tartışılan 'Herkesin kendi mahallesinde yaşayıp, gettolaşmaya gitmesi' nasıl sonuçlar doğurur? Daha mı huzurlu oluruz?
O zaman İngiltere'deki gibi olur, daha büyük sosyal patlamalara yol açar! Londra'da mahalleler ayrı biliyorsunuz. Amerika'da da siyahlarla beyazları hala barıştıramadılar. Araya bir duvar örmeyecekseniz, mahalleleri ayırıp yaşamak çok daha büyük sorun. Çünkü böyle ayrı yaşadığınız yerlerde düşmanlıklar da içeriden beslenmeye başlıyor. Kendi kendinize 'öteki kötü biz iyiyiz', 'onlar Komünist', 'Onlar dinsiz' diye farklı sıfatlar koyduğunuzda içten içe düşmanlık daha da besleniyor. Herkesin mahallesi ayrılmaya başlarsa çok daha tatsız ve şiddete yönelik olarak patlıyor. Ama beraber yaşamak da özellikle de fanatik ideolojilerin geçerli olduğu yerlerde çok kolay değil...
 
-  Sosyal hayatta gördüğümüz 'onlar-biz' kamplaşmalarını temelinde güven- güvensizlik unsuru var mı?
Var tabii. Onlar ve biz zaten her yerde var. Tavuklardan örnek verdim mesela. Onlar ve biz var fakat bu işin ne kadar keskinleşeceği, düşmanlaşmaya gideceği noktasında güven işin içine giriyor. Yani, ben sizden hoşlanmıyorum; siz farklısınız gibi düşünebilirim. Ama bana tehdit misiniz? İşte burada güven meselesi devreye giriyor. 'Eğer çoğalırlarsa ve bana müdahale ederlerse' korkuları burada başlıyor.
 
Değerlerimiz Avrupalılardan çok farklı
Pek çok Avrupalı 'Temel farkımız değerlerdir, ekonomi değil' diyor. Çok haksız değiller. Ekonomi biraz hızlı büyür, yakalar. En azından Türkiye'nin Yunanistan veya Kıbrıs ekonomisini yakalayamayacağını düşünmek doğru bir düşünce değil, özellikle şu günlerde. Ama değerler o kadar hızlı değişmez. 'Nerede farklıyız?' sorusuna gelince 4 unsur var: Birincisi güven sorunu. İkinci olarak çok ciddi ayrıştığımız mesele, kadın meselesi. Üçüncüsü cinsellik takıntımız. Her şeye bir cinsellik atfetmek, tahrik olmak... Yani saçından tahrik olmak, omzundan tahrik olmak, her şeyde bir cinsellik aramak... Cinsel özgürlük konusu da çok kısıtlı. Bir de hoşgörüsüzlük. Değişikliği, farklı grupları da kabul edemiyoruz. Bu durumda Avrupa'nın içinde yaşamamız zor tabii. Yani İstanbul'un şurasını alırsanız çok kolay da ama tüm ülkeyi katınca tablo çok farklı. Din de önemli tabii ama geleneksel tarım toplumun özelliklerinin de önemi var.
 
Kuşak değişiyor düşünce aynı
1990 değerleriyle bugünü karşılaştıran yeni bir yazı hazırlıyorum. 20 yılda o kadar çok şey tıpa tıp aynı kalmış ki!. Türkiye -çok ilginç bir şekilde- genç kuşaklarla orta yaşlı ve yaşlıların değerlerinin neredeyse hiç ayrışmadığı bir ülke. Bize çok benzeyen Akdeniz ülkelerinden İspanya'ya bakın, değerlerdeki en önemli faktör yaştır. 
Bizde neredeyse hiç fark yoktur. Siz yerinizde saydığınız zaman herkes bir yerlere gidiyorsa bu kötüye işaret. ama diplomayla okumak farklı şeylerdir. Bazen üniversite öğrencilerinin neleri bilmediklerine şaşıyorsunuz. Ekonomi ise her zaman kültürlerden hızlı değişir.
 
Kendini tanımlamada din önemli
- Dünyada ve Türkiye'de çok tartışılan bir konu da sağ-sol anlamında ideolojilerin bitişi. Sizin araştırmanızdan elde ettiğiniz bulgulara göre ideolojiler bitiyor mu?
İdeolojiler yok olmuyor, tanımları değişiyor olabilir. Birçok araştırmaya göre, en önemli faktör halen kişinin kendisini sağ veya sol olarak tanımlaması. Tabii ki başka faktörler de var ama en başta gelen bu. Türkiye'de de bu böyle. Yalnız, bizde sağ-sol ayrımını çok fazla öyle ekonomik değişkenler belirlemiyor.
 
- Ne belirliyor?
Din, dindarlık. Bu çok kesin. Sosyal demokrasinin veya liberal kapitalizmin temel özellikleri vardır. Mesela, siz 'soldayım, sosyal demokratım' diyorsanız gelir dağılımının daha adil olması; sağlık, eğitim hizmetlerinin devlet tarafından karşılanması; devletin gerektiğinde ekonomiye müdahale etmesi gibi unsurları destekliyor olmalısınız. 'Sağım' diyen bir insan da 'Devlet karışmasın, özel olsun, piyasa ekonomisi hakim olsun' gibi şeyleri savunur. Bizde 'sağım' diyenle 'solum' diyen arasında bu konularda pek bir fark yok. Ben bunu ilk defa 1990'da görmüştüm. Bu klasik unsurlara bakarak, en solda olan insanlar o zamanın Refah Partilileriydi. Ama kendilerini de en sağda tanımlayanlar yine Refah Partililerdi! Nasıl oluyor bu diye sorunca, baktık ki Türkiye'de bir insanın ben sağdayım veya soldayım demesi için en önemli unsurlardan biri din faktörü. Vatandaş, ekonomik olarak nasıl düşünürse düşünsün, 'Ben dindarım, sağcıyım demek ki' diyor. Çünkü onun tanımında 'solcu' en azından dindar değil. 
 
- Türkiye'de kendini sağda tanımlayanlar zirve noktasına geldiyse, dindarlık da arttı diyebiliyor muyuz?
90'lı yıllara göre arttı. 2000'li yıllarda ise hayır. Bir önce yaptığımla, son yaptığım arasında 'dindarlık arttı' dedirtecek önemli bir fark görmedim. Ama tabii daha gözlenir, daha belirgin oldu. 
 
ŞORTLU KIZA DAYAK
- Ne kastediyorsunuz?
Mesela şortla otobüse binen kızı döven adam 10 yıl önce de o fikirdeydi. Ama o zaman otobüste aynı hareketi yapar mıydı, bakın o şüpheli! Bugün otobüste 30-40 kişinin ortasında, bir kişi işi genç bir kıza yumruk atmaya kadar götürebiliyorsa, bu azbuz; kolay cesaret edilebilecek bir şey değil!
 
'ÖTEKİ' TEHLİKESİ 
- Tahammülsüzlüğe bağlı olaylarda artış var mı?
Kendimi bildim bileli Ramazanlarda üç-beş olay olurdu hep. Şimdi sayıda ne kadar artış var veya yok, doğrusu ezbere söylemek istemem. Ama 'ötekileştirme' meselesi çeşitli aşamalardan geçiyor. Sevmemek, benimsememek, yakınında istememek falan daha düşük düzeydeki ötekileştirmeler. En yüksek aşama 'öteki' olarak tanımladığımızı 'hayat tarzınıza bir tehdit' olarak görmek. İşte orada şiddete de başvurabilirsiniz. Düşman olarak görme, istememe ve yok etme eğilimleri bile başlayabiliyor. 
 
- Bugünkü Türkiye'de bu eğilim güçleniyor mu dersiniz?
Zannediyorum bir miktar öyle bir durum var.
 
Dünyanın en düşük güvenli toplumlarından biriyiz. Geleneksel toplumların özelliği yabancıya güvenmemektir. Bir toplumda güven, sosyal sermayenin en önemli unsurlarındandır ve ekonomide ciddi fiyatı vardır. Güvensizlik işlem maliyetini artırr. Tabii, bunun bir de siyasi rejime yansıyan kısmı var. Mesela 'Biz iktidarı kaybedersek başımıza bir şey gelmez, işimizden olmayız' diye düşünüp, güven duyacaksınız. O zaman rahatlıkla, daha rahatlıkla iktidarı kaybedebilirsiniz. Eğer öyle bir şeye güvenemiyorsanız, o zaman demokrasinin işlemesi de zorlaşıyor.
 
akşam