Not: Bu yazı filmle ilgili bazı gelişmelerden bahsetmektedir.

''Harold Crick, sonsuz sayıların, uçsuz bucaksız hesapların ve birkaç kelimenin adamıydı'' Çünkü Harold, her gün aynı şeyi yapar. Aynı saatte aynı şeyleri... Uyanır, dişlerini fırçalar, otobüs durağına gider, otobüse yetişir, işe gider, öğlen molası verir, kahve molası verir, işten eve döner vs… Harold, kol saatine göre yaşar. Her gece saat 11.13’te yatağa girer ve uyur. Ertesi gün baştan…

Ancak bir gün Harold, dişini fırçalarken bir ‘ses’ duyar. Bir ‘dış ses’, bir anlatıcı ve Harold’ın hayatı değişir. Anlatıcıya göre hayatını değiştiren şey olağandışı bir çarşamba günü olsa da aslında hayatını değiştiren o ‘dış ses’tir.

Lütfen Beni Öldürme' (Stranger Than Fiction) maliye müfettişi Harold’ın ve kol saatinin hikayesini anlatır. Harold'ın, anlatıcıyı duymaya başladıktan sonra tüm rutini bozulur, düzeni alt üst olur. Her gün yaptığı onlarca işi yapamaz hale gelir. Çünkü, onu rahatsız eden; ses’in kendisinden çok, ses’in dile getirdiğidir. Anlatıcı, Harold’ı anlatır. Onunla konuşmaz, onu anlatır. Anlatıcı’yı duydukça Harold durmaya başlar. Doğduğundan beri, özellikle de son 12 yıldır aksamadan ‘hayata uyan’ Harold, artık uyumsuzluk yaşamaya başlar.

Arkadaşına ‘‘Ben takip ediliyorum’’ dediğinde arkadaşının verdiği cevap Harold’ın hayatını özetler: ‘‘Takip mi ediliyorsun? Bir yere gittiğin yok ki!’’ O sesi hiç duymadan ‘yitip giden’ hayatlardan biri olmayı –eski – Harold da isterdi belki ama anlatıma uyan hayatı anlatımla birlikte uyumsuz hale gelir mecburen.

Anlatıcı’yı duyduktan sonra Harold’ın hayatı sarsılır ama aslında anlamadığı şeyler onu değiştirir. Ana Pascal’ı, o güzel yüzünü, kokusunu unutamadığı kurabiyelerin neden gözünün önünden gitmediğini anlayamaz mesela. Vergi denetleyerek geçirdiği hayatında ne olup bittiğini anlayamaz. Bir şeylerin eksikliğini hisseder ama anlamlandıramaz mesela. ‘Olağandışı’ tavırlar sergilemeye başlar. Çünkü olağan değildir artık.

Hikayenin parçasıdır Harold Crick. Hepimiz gibi büyük ya da küçük bir hikayenin… Bütünün parçası, o kadar. Ama onu yaratan kişiyi duymaya başladığı anda hayatını sorgulamak zorunda kalır, başkası çaresi yoktur. ‘Ben ne yapıyorum?’, ‘Niye varım?’, ‘Neden yaşıyorum?’ gibi ağır sorular Harold’ın hikayesinde absürt detaylara dönüşür. ‘Değiştirilemez kader’ meselesi ‘Lütfen Beni Öldürme’nin tam göbeğindedir ama büyük sorulara büyük cevaplar vermeye kalkışmaz, Harold’ın hayatındaki basit ayrıntılarla hikayesini anlatır film.

 

Harold’ı, darmadağın eden ise duyduğu o ‘son’ olur. ‘İnsan hayatını kontrol edebilir mi?’, ‘Öleceğimiz zamanı bilsek neler yapardık?’ gibi sorular kafasında dönmeye başlar ama daha da kötüsü o yaratıcısını duyar ama ona seslenemez. Peki, yaratıcısının yazdığı hayatı oynamaktan vazgeçtiyse bu konuda ne yapabilir Harold? 12 yıldır yaşadığını sandığı boş hayat tam sona ermişken ölmek zorunda mı? Küçük ama güzel şeyler hayatına girmişken, onları yeni fark etmişken ölmek haksızlık değil mi? Harold, bu sorularla boşluğa düşerken bir yandan da yaratıcısını bulmaya çalışır. Yönetmen Marc Forster, burada varoluşsal sorunları filmine yedirirken, 'eser yaratma' ve ‘eser içinde eser’ formunu da etkili bir şekilde kullanır. ‘‘Ölümle yüzleşmen gerek Harold’’, ‘’bu onun başyapıtı, ölmek zorundasın’’ gibi sözler bize komik, Harold’a acı gelirken, Profesör Hilbert’in kendisi içinse gayet edebidir. Hilbert ile Harold arasındaki diyaloglar bu kadar ciddi sularda ciddi olmadan da gezinilebileceğinin en güzel kanıtıdır aynı zamanda.

    Zach Helm'in incelikli senaryosunu Marc Foster, etkileyici bir şekilde perdeye aktarırken, oyuncuların performansları da Stranger Than Fiction'ı özel kılıyor. Will Farell, komedi yeteneği başka bir boyuta taşırken, Emma Thompson da kariyerinin en iyi işlerinden birini çıkarıyor. Dustin Hoffman ve Maggie Gyllenhaal'un da (Sadece Farell ile sahneleri var) Farell'la uyumu kusursuz. ..

Profesör Hilbert’in bir yerde dediği gibi; çizgi romanlarda kahramanların birçoğu hikaye başlar başlamaz tanıştığı insanlara aşık olur. Harold, kahraman gibi durmaz ama herkes kendi hayatının kahramanıdır ne de olsa. Ama yine de O, kendi hikayesinde debelenmektense düzlüğe çıkmayı ister sadece, kahraman olmayı değil. Profesör Hilbert’in yardımıyla hayatını gerçekten anlamlandırmaya çalışır. Büyük sorulara büyük cevaplarla değil ama, Ana Pascal’ın dediği gibi ‘sıkıcı bir günün ardından kurabiye ve süt’le. Yine de bir şeyler eksik kalır muhakkak…Kahraman olmasa da ilk gördüğü kadın ana Pascal’dır büyülü biçimde.

 

Ve Harold’ın hayatındaki soru(n)lar büyüdükçe ‘küçük şeyler’ de görünür olmaya, gözükmeye başlar. ‘‘Aklından uçsuz, bucaksız, derin okyanuslar geçer’’ cümlesi anlam bulmaya başlar. Ölüm takıntılı, kahramanlarını - mutlaka - öldüren yazar Karen Eiffel, ‘yaratıcı’ olarak filmin felsefi ve edebi sorunlarıyla boğuşurken, onun karşısında küçücük kalan Harold ise tam tersi küçük şeylerle mutluluğu ya da hayatı keşfeder. Çünkü, görürüz ve biliriz ki; Harold’ın tasavvur edemediği, öngöremediği bu kocaman dünyada/anlatıda/hikayede büyük soruların cevabı yerine elma, kol saati, kurabiye ve diğer küçük şeyler var.

Herkes gibi işlerimizden nefret ediyoruz. Rutini bozmadan ama her gün söylenerek ofislere tıkılıyoruz. Bizi mutsuz eden şeylerle hayatımızın büyük bir kısmını meşgul ediyoruz. Kendi hayatımızı uzaktan izliyoruz adeta. O klişe sonu bekliyoruz; yaşlanınca elde edilecek büyük o hayal kırıklığını. ‘Lütfen Beni Öldürme’ tüm bu iç sıkıntısını, hayatla ilgili hiçbir zaman çözemediğimiz problemlerimizi, ofisler, dosyalar, bilgisayar ekranları ve bilumum araç-gereç içerisinde silikleşen hikayemizi ve hissiyatımızı iki saatte etkileyici bir şekilde gösteriyor. Bunu, aşık olduğu kadının yanında heyecanlandığı için otobüsten 27 durak önce inen, körüklü otobüsün körüğündeki yere oturup olmayan karizmasını yok eden, en sevdiği kelime küsuratsız olan bir adamın hikayesiyle yapıyor. Harold, bir yerden sonra ‘filmlerin, şarkıların öğütlediği gibi hayatını yaşamaya başlıyor.’ Filmlerin, şarkıların öğütlediği gibi…

Stranger Than Fiction, 2006
Yönetmen: Marc Forster
Senaryo: Zach Helm
Oyuncular: Will Ferrell, Maggie Gyllenhaal, Emma Thompson, Dustin Hoffman, Queen Latifah,