Türkiye çağdaş sanat sahnesi belli aralıklarla ama düzenli olarak bir hırsız-polis oyununa sahne oluyor. Kimi zaman biz yazarlar polis oluyoruz. Hep sanatçılar da hırsız. Daha önce yapılmış bir sanat eserini, Türkiyeli sanatçı daha önce yapılmış olana referans vermeden kullanınca öyle oluyor ister istemez... 
Bu kez polis bir yazar değil. Bir okur... Benim gözden kaçırdığım bir ‘hırsızlığı’; benzerliği, intihali, kopya çekmeyi bana bildirdi. Pazartesi köşemde Burçak Bingöl’ün sergisinden bahsetmiştim. Sanatçının bir seramik sanatçısı olarak seramiği ele alış biçimini güncel bulmuş, daha önce seramikten piknik tüpünün devamını bu sergide seramikten güvenlik kameralarıyla getirdiğini kendini geliştirdiğini ifade etmiştim. Aynı yazıda, bir kadın seramik sanatçısı olarak bu uğurda mücadele vermiş diğer kadın sanatçıları anarak bu malzemenin bu coğrafyadaki dramatik serüveni üzerinden bir ifade biçimi geliştirmesi gerektiğini öneri olarak getirmiştim. 

Mermer kamera 
Okurun bana yolladığı görsellerde Burçak Bingöl’ün güvenlik kamerasının mermerden olanını çoktan Ai Weiwei’nin, (ünlü Çinli sanatçının üstelik Batılı değil, Doğulu bir sanatçı) ürettiğini gösteriyor. Ai Weiwei, bu işini, 2010 yılında Beijing’de çalıştığı stüdyosunun önüne güvenlik kamerası koyan devlete karşılık mermerden yapmış. Okur, sadece güvenlik kamerası değil, sergide yer alan boruların benzerlerini de Ai Weiwei’nin yaptığını belgelemiş. 
Ben de hemen sanatçının galerisine başvurarak sanatçıdan bir açıklama istedim. Burçak Bingöl, gelen tepkiyi çok olumlu bulduğunu belirterek şu açıklamayı yaptı: 
“Yabancılaştırdığım son nesne olan Günebakan’ın yani gözetleme kameralarının sadece şahsımın veya Bay Weiwei’nin değil, günümüzde pek çok sanatçının kullandığı ve kullanılabileceği bir konu olduğunu düşünüyorum. Bu noktada hepimizin maruz kaldığı gözetlenme-kayıt altına alınmaya özgün biçimleriyle işaret eden farklı çalışmalar olarak bakmalı. Eklemeliyim ki bana ilham veren asıl şey yalnızca dokuz aydır yaşadığım ve çalıştığım Beyoğlu’dur. 
Bununla birlikte Ai Weiwei’in söz konusu benzerliği gösteren çalışmasının olduğu Londra’daki serginin benim sergimle aynı günde açıldığını, bu şaşırtıcı tesadüfün sanat kariyerinin başlarındaki birisi olarak beni memnun ettiğini de belirtmek isterim. 

‘Bilsem yapmazdım’ 
Seramik hem gelenekle hem de endüstriyle kurduğu güçlü ilişki nedeniyle sanatsal olarak fazla karmaşık bir malzeme. Onu dönüştürmeye çalışmanın yaptığım işin önemli bir parçası olduğu gerçek. Ai Weiwei’in de kendi toplumunun gelenekleri ve toplumsal yapıya dair eleştirileri sanatının anafikrini oluşturuyor. Yaşadıkları toplumsal yapılar düşünüldüğünde bir Türk ve bir Çinli sanatçının konularının kesişmesi çok da anlaşılmaz olmayabilir. 
Farklı coğrafyalardaki birbirinden hiç haberi olmayan sanatçıların çok benzer çalışmalar üretebildiklerine şahit olabiliyoruz. Doğrusu ya hiçbir sanatçı düşünemiyorum ki fikrinin daha önce yapılmış bir yapıtla benzerliğini fark ettiğinde bu çalışmayı devam ettirsin...” 
Bingöl-Ai Weiwei vakası bir kez daha hırsız-polis oyunundan kolay kolay vazgeçmeyeceğimizi gösterdi. Ki bence bu da iyi bir şey. Sanatçıya, yazara ve okura bir tür egzersiz sağlayan bu vakaları tespit etmek sanatın değişen tanımı üzerine düşünmemizi sağlıyor. Geçtiğimiz yüzyılda halesini yitiren ama onu üretenin imzasını asla kaybetmeyen hatta bu imzaya tutunan çağdaş sanatta, bu tür vakalar belli bir janrın doğmasına mı yol açacak... Bir uyarlamalar janrı. Belki... Aksi takdirde aynı şeyleri düşünmek ve üretmek, tüm bu rastlantılar silsilesi, çağdaş sanatın giderek nasıl kısır bir kategori haline geldiğini gösteriyor. 
Öte yandan önemli olan içerik ya da bağlam diyerek aynı şeyleri düşünüyor olmayı meşrulaştırmak entelektüel açıdan da fakirleştirici. ‘Önce kim düşündü?’ sorusu hala sorulası, orjinal bir iş hala kıymetli! Dolayısıyla esinlenmekten ziyade esin vermeye, çalmaktan ziyade uyarlamaya özen göstermek gerekiyor.