Bekleşen huzursuz hastaları karşılayan güler yüzlü sekreter kocaman bir gülümseme ile beni karşıladı. “Ah” dedim,  “Nihayet! Gülümseyen, gözlerimin içine bakan birine ne kadar hasrettim”. “ İçtenlikle gülümseyerek ve gözlerimin içine bakarak işinizi yaptığınız için size çok, çok teşekkür ederim, keşke herkes böyle çalışsa…”. Adının Aysun olduğunu öğrendiğim Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Nükleer Tıp çalışanı ekledi ardından. “Sanki benim yazma hobimi bilir gibi: “Yazın, bunları yazın, yazın..” dedi.

                Kafamda yineleyip duran soruyu ona da sordum:  Neden doktorlar, hemşireler bu kadar telaşlı, yorgun hatta mutsuz? Neden tutuk çalışan asansör düğmeleri; gelmeyen bozuk, yetmeyen, asansörler insanları bu kadar geriyor? Neden hastaları rahatlatacak bitkiler, estetik veya müzik bu hastanelerde hiç düşünülmemiş? Geceleri sabahlara kadar süren ve uyutmayan inşaat sesleri, ışık kirliliği… Tıkış pıkış mekânlar, boyaları dökülmüş donuk renkli duvarlar, koridorları öbek öbek dolduran koşuşturan ve bekleşen insanları personelden ayıran çaresizlikler, ihmal edilmişlik…

                Hollanda’ daki bir üniversite hastanesini hatırladım ardından… Ulu ağaçların altında, şehrin kalabalığından uzak, özgün mimarisi olan bakımlı hastaneleri… Kapıdan girince sizi karşılayan mis gibi kahve kokusu, ferah bir bekleme salonunda çalınan bir piyano sesi ile değişen atmosfer; renk renk duvarlar, duvarlarda resimler ve resimler kadar neşeli motive canlı doktorlar, hemşireler, sekreterler… Doktorların hastalarının elini sıkmaya, şakalaşmaya derdini acele etmeden dinlemeye zamanı ve mecali var. Hastalar beklemekten bile keyif alıyorlar, kahvelerini içiyorlar, resimle müzikle iyileşmeye başlıyorlar önce… Ve insan insana sunulan sevgi ve güven bağıyla… Telaşsız, rahat ortamlarda…

                Tüm bunlara rağmen insanlar akın akın bu hastanelere geliyor yine de. Ege üniversitesi gibi üniversiteler ülkemizin bağrına dikilen bilge ağaçlar gibi. Üniversitelere yetmeyen para kaynaklarına rağmen öylesine köklü ve güçlü ki hala tıpkı bir ağacın oksijen üretmesi gibi, bilgi, bilim tecrübe üretiyor ülkeye… Cehaletle, hastalıklarla savaşıyor, paranın satın alamadığı çalışkan hekimleri yetiştiriyor ve barındırıyor içinde… Ve ben bu insanlarla yeniden, yeniden gurur duyuyorum. Özverili hekimliği halen barındıran Ege Üniversitesi Genel Cerrahi anabilim dalındaki güler yüzlü asistan sayıları dört beş yıl önceye göre yarı yarıya azalsa da geceleri ameliyat yapıp, gündüzleri çalışmaya ve öğrenmeye devam etse de pırıl pırıl yüzüyle gülümsüyor. Benim sevgili cerrahım. Doç. Dr. Levent Yeniay işinin yoğunluğundan bunalsa da, yorulsa da hastasının eline dokunuyor insandan insana; hekimden hastaya akan bir bakış ve dokunuşun sihrini biliyor ve kullanıyor şifa vermek için…

                Ve ben hala ve neyse ki güzel insanlar var diyorum. Toplumun çaresizliklerinin, öfkelerinin, hayal kırıklıklarının ürettiği hastalıklara şifa olan. Ve bu görevi kutsal bir güçle ve bilinçle yerine getiren. Yetkililer, yöneticiler de farkına varsın istiyorum bu insanların. Özellikle üniversite hastanelerinin düştüğü parasal darboğazdan kurtarsın, güzelleştirsin ve kıymet versin istiyorum bu mekânlara, bu insanlara.

Tıpkı yıkattığım halılarımı, nefes nefese taşıyan ve “Kusura bakmayın sizi yorduk” diye özür dilediğim, “hekimlere hizmet etmek benim için gururdur” diye cevap veren, hekimlerin mesane kanserinde kurtardığı yaşlı halı yıkayıcısı gibi…