Bir fincan acı kahvenin kırk yıl hatırı olurmuş…

Olurmuş da… Ey sen! ...

Bu devletin hastanesinde kendin, kendin olmasa da anan, bacın, konun komşun hiç mi şifa bulmadı bir kuruş para ödemeden?

Yaktığın ambulans hiç mi bir hastana yetişmedi?

Okulunda bir öğretmen bir harf dahi öğretmedi mi? Hiç mi saçlarını okşamadı?

Bu devletin hemşiresi ebesi, hiç mi dünyaya gelmiş bir bebenin müjdesini vermedi?

Kendisine kurşun sıktığın o Mehmetçik, depreminde, selinde, afetinde hiç mi yanında olmadı, toprağı hiç mi kazmadı tırnaklarıyla?

Karla kaplı tıkanmış yollarında köydeki hastanı, hamile eşini, bacını, bu devletin karayolları çalışanları, sağlık personeli ve gerektiğinde jandarması hiç mi hastanelere yetiştirmedi? Sağlığına kavuştuğunda o hastan, onların gözlerindeki çocuksu sevinci hiç mi görmedin? ...

Allahın her günü zulüm mü gördün? …

Suriye’de olduğu gibi bir kimlik vermeyip insandan vatandaştan saymadılar mı?

Devlet memuru olamadınız mı?

Asker, polis, doktor, hakim, öğretmen olamazsınız mı dendi?

 Milletvekili, bakan, başbakan ve de Cumhurbaşkanı çıkmadı mı aranızdan?…

Bu kin de ne böyle… Neyin nefreti bu! …

Adını dahi bilmediğin, daha önce hiçbir yerde karşılaşmadığın, anacığını, babacığını hiç bilmediğin askeri, polisi, öğretmeni nasıl şehit ediyorsun?…

O bombaları nasıl patlatıyorsun kadın, kız, çoluk çocuğun ortasında… Nasıl kıyıyorsun? …

 Bin yıldır yan yana iç içe yaşadığın bu millete, bu devlete karşı, nasıl ve neyin özgürlük mücadelesi böyle?

Hiç mi okumadın, hadi okumadın hiç mi duymadın işgal dönemlerindeki Rus, Ermeni, Yunan zulmünü? …

Daha beterini mi yaptı bu devlet… Daha beterini yaptı da o günleri mi özlüyorsun?

Yapma Allah aşkına… Yapma! …

Önceleri düğününde ana dilinde şarkılarını türkülerini söyleyemediğin, cenazende ağıtlarını yakamadığın olmuştur. Karakol komutanından dayak yediğin, öğretmeninden aşağılandığın olmuştur.

Ama bunların hiç biri bu devletin kanunları ile olmadı.

 Çarşıda pazarda, düğünde cenazede her hangi bir ana dil kanunlarla hiç yasaklanmadı.

 Bazı İşgüzar ve kötü niyetli memurlar yaptı ne yaptıysa.  Ama bunlar milletimizin çoğunluğu tarafından asla benimsenmedi, benimsenmez de…

Zorbalık diyorsan zaman zaman her yerde yapıldı. Aydın’daki, Trabzon’daki köylü de kahvehanede sıra dayağından geçirildi.

O koca koca adamlara da ana avrat küfredildi, oğlu yaşındaki karakol komutanları tarafından…

Az çok her bölgede yaşandı bunlar.

Henüz çiğdik demek ki… Ne oldum delisiydik…

Bazıları devlet memurluğunu, subaylığı, öğretmenliği, doktorluğu taşıyamadı o zamanlar… Halka yukarıdan baktılar nerden geldiklerini unutarak… Kimi başımıza birer padişah kesildi.

Şimdi yok mu böyleleri?  Tabi ki var…

Ama bunların hiç biri devletin milletin güvenliği için canından, eşinden, çocuğundan, anasından babasından vazgeçercesine görev yapan,  askerimizi, polisimizi şehit etme hakkını vermez.

Şükür ki otuz yıllık bu kalleş teröre, terörden nemalanan içimizdeki hainlere ve iş bilmez koltuk sever etkililere rağmen, bu çileleş Anadolu coğrafyasının kalender halkı, birbirinin nazını çekiyor…Birbirini seviyor…

Çünkü tarih birliğimiz, kader birliğimiz ve beraber çok ağlamışlığımız, çok gülmüşlüğümüz var… Ahmet Arif’in mısralarındaki gibi, kız alıp kız vermişliğimiz ve de tavuklarımızın birbirine karışmışlığı var…

Ama ey sen!

Askere, polise pusu kuran…

Sırtından vuran…

Hastane bombalayıp, ambulans yakan…

İşçi kaçırıp şantiye yıkan…

İnsan olanda bir fincan acı kahvenin kırk yıl hatırı olurmuş,

Bir bardak suyunu da mı içmedin bu devletin? ... Bir bardak suyunu…

 

Sağlıcakla…