Günümüzde bir günlük gazetede verilen bilginin toplamının, 17. Yüzyılda bir ömür boyu öğrenilen bilgiye eş değer olduğu söyleniyor. Bugünün insanı bırakın gazeteleri; internet adındaki kocaman bir bilgi denizinde yön bulmaya çalışıyor. Bilgi dünyada başedilemez şekilde birikiyor, insan beyni de bilgiyi toplayıp biriktirmek için uğraşıp duruyor. Peki ama bilgi neye hizmet ediyor? Bilgi insanların mutluluk ve yaşamden keyif almalarına ne kadar katkıda bulunuyor?

Leonardo Da Vinci, Arşimet, Darwin, Aristo, Sokrates, Mevlana bizden daha mı az bilgiliydi? Onları neden hala öğrenmeye gerek duyuyoruz? Bu filozofların yüzyıllara uzanan ve hala bizi aydınlatan ışığının gücü nereden kaynaklanıyor? Kanımca bilge diyebileceğim ve bir insanın olabilecek en güzel halini oluşturan bu insanların temel bazı ayırt edici özellikleri var:

Birincisi, bu filozofların dünya, doğa ve yaşamı anlamaya yönelmiş tutkulu merakları... Bu merakın para, ün, güç kazanmak gibi bir hesabının olmaması, yani öğrenmeye ve keşfetmeye duyulan çocuksu istek! Yarış kazanmak, rakiplere üstün gelmek, ego ve benliği yüceltmek gibi amaçlar taşımaması.

İkincisi, dünya, insan ve evren konusunda keşfettiklerini, geleneksel toplumun veya dinin baskılarına rağmen cesurca sergileyebilmeleri. Bilgiyi, çevrelerindeki bilgiye susamış bireylerle paylaşmaları ve çoğaltmaları. Tıpkı tutkusunu öğrencisi Platon’a aktaran ve onu ateşleyen Sokrates de olduğu gibi öğrencilerine sevgi ve tutku ile sunmaları; onları heyecanlandırmaları ve onların gençlik enerjileriyle beslenmeleri.

Üçüncü özelliği kuru bilgiyi, kendi gelişim basamakları ile birlikte önce analiz, sonra sentez ve ardından yaratıcılık diyebileceğimiz transfer edilmiş bilgiye dönüştürmeleri, ve böylece yoktan var ederek sıradan insanların hizmetine sunmaları.

Bilgiliyi bilge insandan ayıran en önemli özellik ise, dünyayı, varoluşu ve insanı bütüncül bir bakış açısıyla açıklamaları. Günümüzün bilgi işçisi, derin bir kuyuda, toprağı tırnakları ile kazıp, bilgi yumrularını oluştururken, zaman zaman diğer bilgi kuyularını görmeyebiliyor veya ufka bakmayı unutabiliyor. Hatta çoğu zaman, bilgi işçileri kuyularında yetişen ürünlerin insanlığı köleleştirmeye, sömürmeye, insanı yok etmeye, bencil bir açgözlülüğe, gizli imparatorları beslemeye bile hizmet edebileceğini unutabiliyor.

Biz bilgi işçileri, emeğimizi neye adadığımızı sorgulamadan, çoğu zaman kafamız kumda, yol almaya çalışıyoruz bilgi kuyularımızda. Bilgi yolunda derinlere doğru ilerliyoruz. Peki ya biz nereye ve nasıl gidiyoruz? Bilgi bize ve etrafımızdakilere ne kadar ışık veriyor? Aylarca emek verip ürettiğimiz bilimsel makaleler topluma ne kadar yararlı oluyor? Kumbaralarımızda biriktirdiğimiz yayın ve atıf sayılarımız kendi özgüvenimizi beslemekten öteye gidebiliyor mu? Bilgi sevgi ile harmanlanarak mı sunuluyor takipçilerimize; yoksa aklın kibrine dönüşerek başkaları ile savaşmak; başkalarını ezmek veya üstünlük sağlamak için mi kullanılıyor? Ne kadar suçlayıp duruyoruz başkalarını, toplum koşullarını üretmediğimiz durumlarda?

Öğrencilerimiz, toplum, insanlık ve tarih tüm bu sorularla, bilgi ile uğraşıp duranları kocaman eleği ile süzüyor. Eleğin üzerinde, bilgiyi, bilgeliğe dönüştüren, bilgi kuyularını da bilen; ancak sık sık kafasını kaldırıp, enginlere de bakabilen; bilgiyi sevgi, cesaret, alçak gönüllülük, hoşgörü ve yaratıcılık ile harmanlayanlar kalıyor kanımca . Sokrates’in dediği gibi, ‘ ancak bilge insan özgürleşiyor ve bu özgürlüğü halkına tattırabildiğince büyütüyor kendini tarih içinde’

 
2015-01-19-02-27-27-ekran-goruntusu.png

Sosyal medyada bu konuyla ilgili düşüncelerinizi #aydınpost etiketiyle paylaşın, yayınlayalım! 

facebook.png twitter.png

appstoreee.jpg     googleplay.jpg