Hep denilir "Nerde eski bayramlar!' aslında eski bayramları değil, eski sıcak insan ilişkilerini arıyoruz. Bugün bayramları 'bayram' gibi değil, 'tatil' vesilesi olarak görerek kendimizi sahillere atarak kutluyoruz. Şehirleşme arttıkça bireyselleşme de arttı. Mahallelik kalmadı. Selamı unuttuk nerdeyse! Sabahları şöyle etrafınıza bakın; gülen varmı diye? 'Nerdeee!' Dediğinizi duyar gibiyiz. Köyler ise en sakin dönemini yaşıyor. Son yerel seçimde 559 belde köy oldu.

Komşuluk kalmadı

Bir de 'Bayramlarda küsler bile barışır' denilir. Küs olmamıza gerek yok ki; komşuluk kalmadı. Aynı apartmanda birbirini tanımayanlardan geçilmiyor. Hele yıllık yönetim toplantıları da olmasa; kimse kimseyi tanımayacak. Evde oturan hanımlar arada 'gün' yapmasa onlar da komşuluğu unutacak. Avrupa gazetelerinde gördüğümüz "10 gün sonra evinde ölüsü bulundu" haberleri bizde de çıkmaya başladı. Huzurevleri dolup taşıyor. Ünlüleri bulmak bile mümkün. Kimsenin evlat güvencesi de kalmadı. "Evladım bana bakar" denilirdi. Şimdi "Aman yavrum evladım kendine bakamıyor" deniliyor. 2001 krizinde binlerce kadın, geçim sıkıntısı nedeniyle eşinden boşanıp baba maaşı için SGK kapısında sıraya girdi. Yaşlılar, çocuk bakmak için İstanbul'a getiriliyor. Bakamayanlar ise maaşı alındıktan sonra, mahalle parklarında akşamı bekliyor. Sorarsanız 'cadı gelin yüzünden' derler.

Bayram kartları da kalmadı

Bayram kartlarını unutmayalım. Ne güzeldi öyle cicili bicili. Yaldızlı, artistli. Yaşına, kültürüne göre bir kartlar.jpgde aşkına göre kart atardık; eşe dosta, sevgiliye. Daha düne kadar kırtasiye dükkanlarında, ya da meydanlarda görücüye çıkardı. Yığınla alır eşe dosta gönderirdik. Bayramları vesile eder unuttuklarımıza 'merhaba' derdik. Postacılar bayram sonrası kart taşımaktan canları çıkardı. Şimdi fatura ve icra kâğıtları da olmasa, postacının yüzünü göremeyeceğiz. Kartları bile arar olduk. Düne kadar onun yerini telefon almıştı, şimdi o da yok. İnternetten ya da cep telefonundan iki satır mesaj yazıp işi hallediyoruz: "Cnkm byrmn ktlu olsn. Optum' Bozuk bir Türkçe, yutulmuş sesli harfler. Bu kadar basit artık bayram kutlamaları. Doğru düzgün bir mesaj yazacak kadar bayramlar önemli değil artık! Facebook ve twitter gibi sosyal sitelerde arıyoruz 'arkadaşlık' ve dostluğu! Kimimizin bin 200 arkadaşı var oralarda ama; elimizi uzattığımızda iki sıcak dost eli bulamıyoruz yanımızda... Bunlara inat geçen bayramda bir arkadaşıma kart göndermek için, İstiklâl Caddesi'nden Taksim'e kadar yürüdüm. Bayram kartı bulamadım. Bir kırtasiyeye sordum "Sahaflarda vardır abi" dedi.

Kurban, Ramazan hepsi vesile

Oysa bayramlar milletleri millet yapan önemli bir gelenektir. Adı 'Kurban', 'Ramazan/Şeker', 'Cumhuriyet', 'Zafer' olsa da... Bizleri birleştirir, kaynaştırır, küslüklerimizi sonlandırır. Birlikte yaşamanın tadına vardırır. Çocukların da en mutlu olduğu günlerdir. Yeni kıyafetler, eğlenceler ve büyüklerin ziyaret edilerek, küçük harçlıklarla ödüllendirildiği... O unutulmaz anlar ve kareler hafızalarımıza yer ederek yıllar sonra 'nerde eski bayramlar' dediğimiz günler olur. Gelenekler yaşar. Hele bugünlerde daha fazla dayanışma ve insan sıcaklığına ihtiyacımız olduğu günler...

Üç bayramı birlikte kutladık

Bayramlarımız öylesine yer etmiştir ki, en zor günlerde bile onu kutlamaktan vazgeçmemişiz. Bize güç ve kuvvet vermiş. Buna en güzel örnek, Kurtuluş Savaşı yıllarında kutlanan Kurban ve Ramazan Bayramları. O günlerde kıt imkânlara rağmen kurbanlar kesilir, oruçlar tutulur, tatlılar yapılır. Özgürlük için dualar edilir. Umutlar yitirilmez. Hele Ankara'da Mustafa Kemal Paşa varken! Yılların çilesinin bitmesi için edilen dualar kabul olur ve 30 Ağustos 1922 günü zafer gelir! İş bu zaferi taçlandırmaya gelir. O da Lozan'da 24 Temmuz 1923 günü olur. İlginç bir tesadüf, o gün, Kurban bayramının da birinci günüdür. Mustafa Kemal Paşa, duyulan sevinci aynı gün yayımladığı mesajla kutlar. İçine bir de 'Hürriyet Bayramı' denilen Meşrutiyet Devrimin 16. yıl dönümünü ekler:

Atatürk'ün mesajı

"İdrak ettiğimiz bayram, Lozan'da barışın imza edildiği güne tesadüf ediyor. Memleketin felaketle bunaldığı bir zamanda milleti kurtuluş ve bağımsızlığa eriştirmek için giriştiğimiz mücadele, silahlarımızın ve siyasetimizin kazandığı muvaffakiyetlerle ilk büyük merhalesine ulaşmıştır. Türk milletinin, hür olduğu kadar hakiki bir toplumsal nizam içinde zengin, müreffeh, irfan ve sanat sahibi olarak yaşamasını kendisine gaye edinen Cemiyetimiz ve Fırkamız barışın tamamen akdinden sonra yapacağı yeni vazifelere hazırlarken, seçimlerde milletin aynı fikirler etrafında toplanmış zevata oyunu vermek suretiyle gösterdiği birlik ve dayanışmanın, barışın imzasını mühim bir nispette çabuklaştırmış olduğunu beyan ve aziz vatandaşlarımızı milli tarihimizin büyük bir muvaffakiyet merhalesi olan bu mesut bayramdan dolayı bütün kalbimle tebrik ederim." (Atatürk'ün Bütün Eserleri, C. 16, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005, s.50)

Cumhuriyet dönemi bayramlarımız

Cumhuriyet döneminde dini bayramlar devlet ricalinde resmi tebriklerin ötesine geçmez. Halk geleneksel olarak aynı tarzda kutlar. Milli bayramlar daha ön plandadır. Cumhuriyet, 23 Nisan, Lozan, ankara-iftar-topu-28-may-1922-seker-bayrami-001.jpgZafer Bayramları özel törenlerle kutlanır ve halkın da katılması sağlanır. Hele dini bayramlarda devlet ricalinin camilere gidip gazetecilerin önünde namaz kılması, kurban kesmesi olacak şey değildir... Bu dönem gazetelerini incelerseniz, bu tür bayramları zor fark edersiniz. Din herkesin vicdanındar ve olabildiğince de sadelikle kutlanır. Ramazan günlerinde oruç tutanla tutmayan bile zor ayırt edilir. Bu kültür, 1980'li yıllara kadar böyle gelir. 'Osmanlı döneminde Hacca giden padişah yoktur' denilir. Atatürk ve İnönü döneminde de böyledir. 12 Eylül darbesinin lideri Kenan Evren'le bu bozulur. Özal'la da devam eder. 24 Ocak 1980 liberal ekonomik kararlarından sonra bireycilik daha ön plana çıkar. Bu döneme Özal'ın "benim memurum işini bilir" , 'Bal tutan parmağını yalar' sözleri damgasını vurur. Turizmin gelişmesiyle bayramlar da tatile dönüşür ve bugün de sürüyor...

'Şimdiki bayramlar trafik kazalarıyla dolu'

Muazzez İlmiye Çığ (Sümerolog): "Bayramlarda seyahate gidecek halimiz de yoktu, aklımıza da gelmezdi. Bayramlar bizim için akrabaların, arkadaşların, komşuların bir araya geldiği günlerdi. İlk gün evde muhakkak misafir olurdu. Bayramlar insanları birbirine yaklaştıran sosyal vesilelerdi. Şimdi millet artık bayramlardan istifade ederek erkenden tatil yerlerine kaçıyor. Bayramların eski özelliği bitmiş vaziyette. İmajı bitti yani... Atatrük zamanında da dini bayramlar özgürce kutlanırdı. Kimse kimseye inancından ötürü karışmazdı. Herkes dininde inancında serbestti. Babam hafızdı, annem 86 yaşında öldü ve son derece dindar insandı. Namazını kılar, orucunu tutardı. Atatürk'ü de hep sevdi. Çok güzel dini ifade ederlerdi. Laikliği kabul etti ve özümsedi. Bize karışmazdı. 'Herkes vicdanından mesuldür' diyordu. Eskiden, 'terbiyenle, doğruluğunla dindarlığını göster. Namazla, abdestle değil' denilirdi. Kötü Allahla değil, iyi Allahla büyüdük. İnönü ve Çakmak da dindar insanlardı ama kimseye ibadetini göstermezdi. O dönemde gösteriş olmazdı. En kötüsü bugünkü. Gösteriş yapmanın manası ne? Şimdikilerin yaptığına yobazlık denir. Nedir o öyle, sokaklarda toplu iftar yemekleri. Çok istiyorsan git fakir mahallerde iftar ver."

Fikret Otyam (Ressam-Yazar): "Şimdiki bayramlar trafik kazalarıyla dolu. Bugünküler her gün fikret-otyam)-001.jpginsanlardan kaçıp doğaya sığınıyor. Geleneksel bayramlar artık yok. Bu biraz da sevgisizlik. Çocukluğumuzda Sümerbank'tan kundura alınırdı bayramlık. Onları koynumuza alıp yatardık. Bayramlarımız el öpmekle, yanak öpmekle geçerdi. Sevgiyle, saygıyla sarılmak, koklamak... Şimdi bütün bunlar, bu can için de geçerli değil. Çünkü bayramın birinci günü diyaliz yatağındayım. Anca oradakilerle bayram kutlayabiliriz. Bazen elde olmayan şeyler ama, yine de büyüklerin ellerinden, küçülerin gözlerinden öperim. Bayramlarını da kutlarım. Saygı ve esenlik dilekleriyle... "

Müjdat Gezen (Sanatçı): "O zamanlar dışardakiler İstanbul'a gelirdi bayramlaşmaya, şimdi ise yazlıklara kaçıyorlar. Kışın da dağa gidiyorlar herhalde. Ben bunun neden olduğunu anlamış değilim. Şehirler büyük köylere dönüştüğü için olabilir. Geleneklerimiz kayboldu. Nasıl oy alırım kaygısıyla insanları şehirlere doldurduk tıkış tıkış... Kısır döngü gidiyor işte."

Prof. Dr. Şahin Filiz (İlahiyatçı): "Modern hayat, maneviyatı ve insani derinliği, hoşgörü, bağlılık, akrabalar arasındaki dayanışma duygusunu yok etti. Muhafazakâr ve muhafazakâr olmayanlar için de aynı. Maneviyatlarını boşalttı. Maneviyat sadece dinden ibaret değil tabi. Milli kültürdür. Maneviyatın parçasıdır bunlar. Aile dayanışması eskiden vardı onlar da kalktı. Bayramlar tamamen şekle, biçimsel bir çerçeveye oturdu. Eski anlamını yitirdi. Dolayısıyla tatil fırsatı olarak görülmeye başlandı. Tatil olarak görülmesi de pek çok değerimizin yitirilmesini gösterir. Tüketim toplumu, birbiriyle mücadele eden toplum görünütüsü olarak görüyorum. Sorumsuz politikacıların, sorumsuz konuşmaları ve ayırıcı politikaları da buna katkıda bulundu."

İstanbul'da 1909 Ramazan geceleri

İstanbul'da 1909-1910 yılları arasında yayımlanan Rusça Stambulskie Novosti gazetesi, Ramazan gecelerini ve 16-18 Ekim 1909 tarihleri arasında kutlanan Ramazan Bayramı'nı (O dönem de Şeker Bayramı denilirmiş) ayrıntılı şekilde sayfalarına aktarmış. Camilerde vatansever vaazlar verildiğine dikkat çeken gazete, Saray'daki kutlamalarda da devlet ricalinin, Padişah'ın el eteğini öpmediğini, sadece saygı gereği eğildiklerine dikkat çekiyor: "Tarihi camiler parlak ışıklı pencereleriyle selamlayarak ışıldamakta, ışıklandırılmış minarelerin arasında ateş gibi yanan Kur'an'dan sözler veya önde gelen halifelerin isimleri parıldamaktadır. Bütün caddeler iyice ışıklandırılmış, kaldırımlar ve meydanlara birbiri ardına divanlar, masalar yerleştirilmiştir. İstanbul'un sakinleri kahvelerini yudumlarken hoşça gevezelik etmekte, yanlarından geçen onlarca seyyar satıcı ceviz, meyve ve Doğu tatlıları satmaktadır. Ancak, sadece Beyazıt çevresindeki caddelerde hayat tam anlamıyla fıkır fıkır kaynamaktadır. Dükkânlar açıktır, vitrinlerde en güzel, orijinal ve moda eşyalar durmakta, birçok Türk, gece boyunca oralarda gerekli alışverişini yapmaktadır. Müzik ve şarkılar bütün gece susmamakta, pek parlak olmayan onlarca kukla tiyatrosu, sinematograf ve basit tiyatrocu seyirci çekmeye çabalamaktadır. Halk dolaşmakta, gülüşmekte, gevezelik etmekte, Doğu tatlılarından yemektedir; memnuniyet ve mutlulukları yüzlerinden okunmaktadır. Sadece Müslüman kadınları değil, Hristiyan kadınlar da bu ramazan eğlencelerine katılmamaktadır. " (Mehmet Perinçek-Arda Odabaşı, Stambulskie Novosti'de Jön Türk Devrimi, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2013, s.283-294)

Sosyal medyada bu konuyla ilgili düşüncelerinizi #aydınkonuşuyor etiketiyle paylaşın, yayınlayalım! 

facebook.png twitter.png

habericiuygulamalar.jpg