Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi'nde yaptığı konuşmada üniversiteler için 'külliye' denmesini istedi. 'Külliye' tabiri medreselerin de içinde olduğu 'yerleşkelere' denilirdi! Oysa Cumhuriyet devrimi medreseleri üniversiteye dönüştürmüştü. Bununla da kalmamış eski ezberci zihniyeti yıkarak sorgulayan, gerçeği arayan, dik duran, bilim aşkıyla çalışan bilim adamları yetiştirmeyi hedefledi. Bu alanda da büyük başarılar kazandı. Bugün ise eskiye dönüşün açık niyetleri ortaya konuluyor. Erdoğan'ın ziyaretinde medrese zihniyetini çağrıştıran görüntüler de yaşandı. Hukuk Fakültesi Dekanı Fatih Uşan, eğilerek Erdoğan'ın elini öpmeye kalktı. Oysa bilim adamı kimsenin önünde eğilmez! Hele el etek asla öpmez. Tıpkı Cumhuriyet'in yetiştirdiği bilim insanları gibi dik durur! Bugünlere ders olacak nitelikte bir örnek 1944 yılında yaşandı. Bilmem bugünlere örnek olur mu...

Dik duran bilim adamı yetiştirdi

Cumhuriyet yönetimi ülkenin tek üniversitesi sayılabilecek İstanbul Darülfünun'u 1933 reformuyla üniversiteye çevirdi ve ismini de İstanbul Üniversitesi yaptı. Bununla da kalmadı, Avrupa'daki gibi üniversitelerin olması için kolları sıvadı ve Batı başkentlerinde; alanlarında yetkin bilim adamlarının peşine düştü. 1933 yılında Hitler'in baskısından yılan ve ülkesini terk etmeye başlayan çok sayıda bilim adamını Türkiye'ye getirdi. Bugünlerin çağdaş üniversite ve bilim adamlarının yetişmesinin temelleri atıldı.

İlklerin adamı Hirsch

Bunlardan birisi de Ticaret Hukuku Profesörü Alman Ernest E. Hirsch'tü. Ord. Prof. Dr. Hirsch, 1933-43 arası İstanbul Üniversitesi'nde görev yaptı ve burada Hukuk Fakültesinin temellerini attı. Öğrencilerdeki medrese zihniyetini yıktı, uyguladığı yöntemlerle çağdaş hukukçuların yetişmesini sağladı. Başarılı bulununca Başbakan Saracoğlu tarafından 1943 yılı Kasım'ında Ankara'ya çağrıldı ve Ankara Üniversitesi'nin temellerini attı. Ankara'da Hukuk Mektebi'nin üniversite eğitimi seviyesine çıkmasını sağladı. Hukuk felsefesi ve sosyolojisinin temellerini attı. Üniversite içinde yatıp kalktı, gece gündüz çalıştı. Cumhuriyetin ilk hukukçularını yetiştirdi. Çok sayıda kanunu hazırladı. Kurumlara danışmanlık yaptı. Türk Ticaret Kanunu onun eseridir. Bu görevi 1952 yılına kadar sürdü. Türk vatandaşlığını kazandı. Türkiye'yi ikinci vatanı olarak gördü. Doğan ilk çocuğuna Enver Paşa'nın ve ismine ithafen 'Enver Tandoğan' koydu. 83 yaşında Almanya'da öldü.

Dekanın telaşı

Prof. Hirsch'ün 1943-44 sezonunda görev yaptığı Ankara Hukuk Fakültesi'nde öğrencilerinden birisi de Başbakan Şükrü Saracoğlu'nun büyük oğlu Aydın'dı. 20 yaşındaki Aydın, 2. sınıfta ticaret hukuku dersinin sınavından 3 gibi düşük bir not almıştı. Bu sınıfın da en kötü notuydu... Bunu öğrenen Dekan, telaşla Hirsch'in yanına gider ve durumu anlatarak notun en azından 7 yapılmasını ister. Hirsch, kâğıdı bir daha inceler ve Dekan'a "Nerden bileyim Başbakanın oğlu olduğunu. Zaten ismiyle tanıdığım öğrenci sayısı üçü beşi geçmez. Hem ben sınavda notu, öğrencinin başarısına göre veririm. Başka hiçbir kriterim yoktur. Verdiğim not neyse o kalacak. Hiçbir şey değiştirmiyorum" der.

Tartışma alevlenir ancak Hocamız inat eder geri adım atmaz. Dekan ise "Kendinizi düşünmeseniz bile beni düşünün, dekan olarak mevkiimi düşünün, fakülteyi düşünün" der. Hocamız, "Hiçbir şeye mecbur değilim. Verdiğim notlara siz karışamazsınız. Bu iş burada biter" diyerek konuyu kapatır. Hoca anılarında "Yüzü kireç gibi bembayaz oldu. O güne kadar kendisiyle hiç kimse bu şekilde konuşmamıştı. Hiddetten titreyerek odamdan çıktı. Ama araya başka meslektaşları koyarak beni kararımdan caydırmaya çalışmadı değil. Nitekim hiçbir şey değiştirmedim" sözleriyle bu diyaloğu anlatır.

Hocanın dik duruşu

Sonra ne mi olur? Birgün bir törende Başbakan Saracoğlu'yla karşılaşır ve ummadığı bir karşılık alır: "Çok teşekkürler, sayın Profesör, oğluma ne yapması gerektiğini en nihayet gösterdiğiniz için. Sonbaharda ikmal sınavında sizi hayal kırıklığına uğratmayacak, emin olabilirsiniz. Bir kere daha yürekten tüşükkürler!"

Bugünlere ders olur mu?

Gerisini yine Hocamızın anılarından okuyalım: "Dekan korkusundan bayılmak üzereydi. Elinde olsa bir sıçan deliği bulup içine kaçacaktı. Hele başbakanın yüzündeki dostça ifadeyi, benim de gözlerimin parladığını gördüğünde, iyice telaşa kapıldı. Tören bittikten sonra hemen ne olduğunu sordu bana. Şu cevabı verdim: 'Başbakan, tam kendisinden beklediğim tepkiyi gösterdi. Çünkü beni buraya getirten kendisidir ve bunu belli bir amaçla yapmıştır. Ve benim davranış biçimimden, Türkiye Cumhuriyetini çağdaş Batı uygarlıklarının seviyesine çıkarma çabalarını son derece ciddiye aldığımı anladı.'

Bu olay çabuk duyuldu. Öğrenciler, sınavdan çok korktukları halde, birşeyi kesinlikle biliyorlardı: Benim verdiğim notu isim falan değil, başarı belirlerdi. Bu sebeple her öğrenci aldığı notu hak ettiği numara olarak kabul etmiş, hiç kimse herhangi bir değişiklik yapmamı talep etmemiştir. Dekan ise kendi öz oğlunun, fakülteyi bitirdikten sonra benim yanıma asistan girmesinin en iyisi olacağı sonucuna varmıştı." (Ernst E. Hirsch, Anılarım, Tübitak Yayınları, 8. Basım, Ankara, 2000, s.332-333)

Yargıtay'da daire başkanı oldu

Aydın ne mi oldu? Okulunu 1947 yılında bitirdi. İyi bir hukukçu oldu. Babasından medet ummadan, bileğinin hakkıyla Yargıtay 9. Daire Başkanlığı'na kadar yükseldi. Uzun yıllar çalıştıktan sonra buradan emekli oldu. 2003 yılında da 78 yaşında hayatını kaybetti. Oğlu ise eski Merkez Bankası Başkanı (1987-1993), İzmir Milletvekili ve ekonomiden sorumlu Devlet Bakanlarından Rüşdü Saracoğlu'dur.

Sosyal medyada bu konuyla ilgili düşüncelerinizi #aydınpost etiketiyle paylaşın, yayınlayalım! 

facebook.png twitter.png

appstoreee.jpg     googleplay.jpg

page-014.jpgaydin,-yilmaz-ve-evin.jpg