FATİH ALTAYLI, İZZET ÇAPA'YA RÖPORTAJ VERDİ: 'YAYIN YÖNETMENLİĞİ İÇİN MATAH BİR ŞEY OLMAK GEREKMİYOR' 
 
Habertürk gazetesi genel yayın yönetmeni Fatih Altaylı, gazetesinin yıldız röportajcısı İzzet Çapa'ya samimi açıklamalarda bulundu...
 
Gazetecilik nasıl başladı? Siz de benim gibi işletmecilikten mi geldiniz? 
(gülüyor) Yok ticaret yapayım dedim. Bir gün baktım borcunu ödemeyen adamların peşinden koşuyorum, strese giriyorum, "Buna değer mi?" dedim. Her şeyi bırakıp Cumhuriyet gazetesinde işe başvurdum. Hasan Cemal o zaman yayın yönetmeniydi. Beni spor servisine gönderdi, başında da Abdülkadir Yücelman var… 
 
İlk günden Genel Yayın Yönetmeni olmadınız tabii..
Abdül Ağabey bana çok çektirdi. Herkes takur tukur daktilo yazıyor, işi biliyor. Gözüm korktu tabii. Kendi mülakatımı sabote etmek için “Hangi spordan” anlarsın deyince  “Kayak” dedim. Meğer o uzmanlık alanına ihtiyaçları varmış. Sonra yabancı dilimi sordu. 'İngilizce, Fransızca, Almanca çat pat da İtalyanca' deyince hemen başlamamı istedi. Fakat her ne hikmetse genelde yönetici koltuğuna oturttular beni.
 
O zaman da otomobil merakınız varmış. Hep anlatırlar otomobillerinizi, çok özel bir şey miydi, ne markaydı mesela?
Markasını boşver. O zaman için havalı otomobiller. Öyle pek görülmüş şeyler değil.  Asena Özkan bir gün dedi ki “Oğlum burası Cumhuriyet, komünist gazete, o arabalarla gelme” Ben de arabayı Sultanahmet’e park edip gazeteye yürümeye başladım. 
 
Eh, 'komünizmin şartları'na uymak lazım tabii…
Ne komünizmi yahu… Çocuklar “Manyak mısın bu Asena seni kafaya almış” demezler mi. Tekrar arabayla gelmeye başladım. Bu sefer de Abdülkadir abi yasakladı.“Herkes nasıl geliyorsa sen de habere öyle gidip geleceksin” dedi. Bu sefer otobüse talim ettik. 
 
Para kazanıyor musunuz bari?
Para mara almıyorum, 1.5 yıl böyle çalıştım sonra  para vermeye başladılar. Bir aylık maaşım iki depo benzine etmiyordu. 
 
Asil Nadir'in iflasının ardından yanında kalmanız vefa borcu muydu?
İşin balını yerken biberini de yemeye hazır olacaksın. Adam bize zamanında çok güzel paralar verdi. O zaman için hayal bile etmeyeceğimiz maaşlar. Zor duruma düşünce bırakıp gitmeyi kendime yediremedim. 
 
AYDIN DOĞAN'IN MANEVİ EVLADI OLMADIM
Derken Aydın Doğan'ın manevi evladı olma istikametine gittiniz
Tam öyle değil. Asil Nadir'in medya yatırımları tamamen elden çıkınca, Nadir de Kıbrıs'a kaçınca ben de askere gittim. Dönüşte bir de radyo kurduk. Best FM’i. Ama gazetelerden çok teklif vardı. Hürriyet’i kabul ettim. Başladık. O grupta bana çok değer verdikleri doğrudur. Ama dışarıdan hiçbir zaman Aydın Doğan'ın manevi evladı olmadım. Aydın Bey’in “Yakın çevresinde” değildim. Beraber seyahatlere gitmedim, yatında kalmadım. Çok yakınında olmadım."Babamsın" diyen manevi evlatları vardı. Aydın Bey’e “Babamsın” diyenler vardı ama ben onlar arasında olmadım hiç. Ama değer verirdi bana. 
 
Prensi desek
Kendini prens zanneden o kadar çok insan vardı ki. Onca prens arasında sıra bana gelir miydi bilmiyorum.  Ama Doğan grubunun beni pamuklarla sarıp kimseye göstermediği ihtimamı gösterdiği doğrudur. Çok kaprisime katlandılar, hiç sıkıntı yaşatmadılar. Allahları var. Ama benden çok da memnun olmadığını biliyorum. Başına çok dert açardım. Bir gün Aydın bey bir tartışmamız sırasında “Sen bana yine kalp krizi geçirteceksin” diyecek kadar…
 
Hürriyet’te kalsaydınız hayatınız farklı mı seyrederdi? 
Ne bileyim. Ama  sana komik bir şey anlatayım. Hürriyet’teyim. Odamda oturuyorum. Telefon çaldı. Allah selamet versin Erol Bey.
 
Erol kim? 
Erol Simavi.
 
Erol Simavi ile konuşur muydunuz? 
Konuşurduk. Eskiden arada arardı. Neyse dur hikayeyi anlatacağım. Erol Bey aradı. ‘Fatih ben bir halt ettim” dedi. Ne oldu Erol Bey hayırdır dedim. Almanya’da Aydın Doğan’la buluşmuşlar. Erol Bey Aydın Bey’e “Gazetenin başına Fatih’i geçir. Ertuğrul Hürriyet’i Hürriyet olmaktan çıkarıyor. Fatih bu işi çok daha iyi yapar” demiş. “Sağolun Erol Bey ama halt bunun neresinde” dedim. “Ulan salak. Ben dedim ya Aydın Doğan’ın seni gazetenin başına geçireceği varsa artık hayatta geçirmez” dedi. Aylar sonra bir daha aradı. “Tamam” dedi “Hatamı düzelttim.”
 
Nasıl düzeltmiş?
Aydın Beyi arayıp “Bu Fatih’ten bir halt olmaz” demiş.
 
Diyelim masanıza yarın Turgay Ciner'den "Kovuldun" yazan bir mektup geldi?
Ne yapayım eşyalarımı toplarım. Ben hem çok kovuldum, hem de kovulmaya çok yaklaştığım zamanlar oldu. Bu meslekte kendini en önemli sanan insanın bile durumu patronun dudaklarından çıkacak iki cümleye bağlıdır. Ama bunları umursamam. Nasılsa kafayı çıkaracak bir yer buluruz. Hem şimdi daha kolay. İnternet falan var. Şunu biliyorum. Gazeteci kalıcıdır. Eski patronlarımın çoğu bugün gazetecilikten çok uzaktalar. Ama Turgay Bey, gazeteci olmayan patronlar içinde bu işi en iyi bileni.
 
Nasıl yani?
Çok ilginç bir koku alma duygusu var. Bak son dönemde çıkan, ya da son 10 yılda çıkan iki etkili yazar var. İkisini de bulup çıkaran Turgay Ciner. Ahmet Hakan’ı da, Yılmaz Özdil’i de yazar yapan, yazarlığa başlatan kişi Turgay Ciner. Sabah’ta başladı ikisi de. Şimdi Hürriyet’teler. Yılmaz yıllarca mutfakta çalışmış, kimsenin aklına ona yazı yazdırmak gelmemiş. Turgay Bey O'nu da Ahmet'i de yazar yapmış. 
 
SONUNDA YALAKALIĞIN KİTABINI YAZACAĞIM 
Biz yine kovulma mektubuna dönelim. Aynı mektup Hande Altaylı’dan gelse? 
O zaman dağılırım tabii. Hiçbir patrona, daha doğrusu hiç kimseye yapmam ama Hande’ye elimden gelen yalakalığı yapmayı görev sayarım. İddia ederim ki benden daha yalaka bir koca bulunmaz. Hatta sürekli düşünüyorum Hande’ye daha fazla nasıl yalakalık yapabilirim diye. Sonunda kitabını yazıcam bu işin. Ama erkekler benden tiksiniyor. 
 
Hande hanım nasıl karşılıyor bunu? 
Zaman zaman amma yalaka adamsın diyor o da. Geçen gün bir arkadaşım “Ben de yalakalık yapıyorum ama senin kadar başarılı olamıyorum” dedi. “Yalakalığı özümseyeceksin, içine sindireceksin” dedim “Arada diklenmek yok, sürekli yalaka olacaksın karına. Yaptığın yalakalığı hatırlatmayacaksın, kafasına kakmayacaksın. Doğal biçimde yalaka olacaksın. Sanki bunun için doğmuşsun, hayattaki varlık sebebin buymuş gibi yapacaksın.”  
 
Hande Altaylı'nın bu kadar yalakalığa değen en önemli özelliği nedir?
Hiçbir konuda ısrarı, takıntısı yoktur. Mesela bir jean markası alıyorsa bir daha aynısını almaz, değişime çok açıktır. Paraya pula önem vermez. Beni ben olduğum için sever. Bazen de sevmez. Değişkendir. Gereğinden fazla akıllıdır. Zekidir, komiktir. Esprilidir. Şakadan anlar. Ama herşeyden çabuk sıkılır. İki gün üst üste aynı arkadaşımızla olsak sıkılır. Hayatında değiştirmediği tek şey benim. Bir gün dedim ki “Sıkılıp her şeyi atıyorsun, zevklerin hep değişiyor neden beni atmadın?” 
 
Nedenmiş?
“Çünkü beni hiç değiştirmeye çalışmadın, hiç kısıtlamadın,  bana müdahale etmedin, kendimi seninle özgür hissediyorum. Evliliği sahibim olmak olarak görmedin. Kendi yolumu aramama engel olmadın. ” dedi. 
 
Süper yalaka olmanızın etkisi yok muymuş yani, boşuna mı onca yalakalık!
Olmaz mı. Mutlaka vardır. 
 
Meğer ne şeker adammışsınız Fatih Bey. Peki bazen kızınızı ve Hande Hanım'ı alıp kaçmak gelmiyor mu içinizden bu Bizans pardon Basın dünyasının stresinden?
Bu "Ne şeker adammışsınız" cümlende biraz ironi seziyorum ve bozuluyorum. Vallahi şeker adamım ama buna kimseyi inandıramıyorum. Daha doğrusu beni yakından tanımayan kimseyi inandıramıyorum. Tipim berbat da o yüzden belki. Ama bu da benim değil ana babamın kabahati. Kaçmak meselesine gelince. Olmaz mı? Hemde günde kaç kere… Toskana’ya yerleşmek istiyorum mesela. Goethe’nin dediği gibi ölmek için, ölümü beklemek için şahane bir yer. Hem sık sık gider Uffizi’yi gezerim. 
 
Evde 'Teke Tek' kavgalar olmuyor mu hiç?
Ben Hande'yle kavga etmem… O bana bağırır, çağırır konu kapanır. Bazen onu delirttiğim oluyor tabii
 
Neye delirir en çok?
Her şeye burnumu sokup maydanoz olmama. Ama ev ile ilgili değil. Zaten o işlere hiç bulaşmam. 
 
MEDYANIN CÜNEYT ARKIN’IYIM
Medyanın Kadir İnanır’ı mısınız?
Cüneyt Arkın’ı desen daha doğru olurdu. O daha kavgacı. Aslında kavgacı değilim, son derece iyi kalpli bir adamım ama hakkımı da korurum. ‘Kavga etmek isteyenle ederim” demek daha doğru. Kavgadan kaçmam. Bela da hep beni bulur bir şekilde. 
 
BAŞBAKANIN UÇAĞINDA EN ACAYİP SORULARI BEN SORARIM
Bir de gazeteciler arasında ‘Başbakan’ın uçağına binmek, binmemek işte bütün mesele bu' durumu var.   
Mesleki açıdan bulunulması gereken bir yer. Ben bazen davet ediliyorum. Bazen edilmiyorum. Başbakanın bana kızıp kızmamasına bağlı.
 
Davet edilmediğiniz zaman bozuluyor musunuz? 
Hayır, bizim nasıl insan tercih etmek hakkımız varsa Başbakanın da var. “Ben bu Fatih'ten hoşlanmıyorum” deyip almayabilir.
 
"O uçağa binmediğim zaman bir şey kaybetmiyorum" mu diyorsunuz? 
Cumhurbaşkanları ile, Başbakanlarla çok seyahat ettiğimiz oldu. Tayyip bey buna ayrı bir hava getirdi, orada bulunmanın önemli olduğu hissini yarattı. Bir de şu var; uçakta olduğum zaman en acayip soruları ben soruyorum.   
 
Pervasız mısınız yani? 
Tabii ki.
 
GÜNDE İKİ KERE AĞLARIM
Duygusal mısınız?
Günde iki kere ağladığıma göre sen karar ver..
 
Neye ağlıyorsunuz?
Her an, her şeye ağlayabilirim.
 
Nasıl bir babasınız? 
Kendime göre şahane bir babayım ama bir de kızıma sormak lazım. Karıma sorarsan kötü bir babayım. Çünkü Hande evde ‘otoriter bir baba’ figürü lazım diyor. Eyvah, bu konuda yengeye karşı geliniyor galiba. Yahu kıza otorite kullanmaya kalksam ‘Anneme kullanamadığın otoriteyi bana niye kullanıyorsun?” diyecek. Bir evde bir otorite olur. Onun da ben olmadığı kesin.
 
Şımartıyor musunuz Zeynep’i? 
Hande dizginlemese çok daha fazla şımartabilirim. Mesela doğduğu gün ona bir spor araba alalım, garaja kaldıralım 18 yaşına gelince ‘senle yaşıt’ zamanın en güzel arabasını almıştık” diyelim dedim…
 
Hande Hanım ne dedi?
“Deli misin, manyak mısın” dedi. 
 
Hep böyle kasıntı mıydınız?
Öyle olduğumu sanmıyorum, sosyalleşmekte güçlük çektiğim için uzaktan biraz soğuk görünebilirim. Hatta dışarıdan bazıları ‘Kasıntı herif’ bile diyebilir ama gazetedeki halimi tavrımı bilir arkadaşlar. Eğlenceliyimdir. Bence tabii. 
 
OFİSTE HELİKOPTER UÇURURUM
Arkadaşlar burada yok, siz anlatın biraz.
Mesela ofiste canım sıkılınca oyuncak helikopter uçururum, uzaktan kumandalı otomobille oynarım. 
 
Hayret ben de ofiste sadece kelle uçurursunuz sanıyordum.
Yoo.. Bir gün benim terör estirdiğim görülmemiştir ama gazetede otoriteyi sağlamak isteyen bazı arkadaşlar beni Gulyabani gibi gösterip, "Vallahi Fatih Altaylı kapar seni yer" havası estiriyorlar.
 
Neyse helikoptere dönelim.
Mesela yazı yazarken bir an bakıyorum şarjım bitmek üzere, kalkıp helikopteri uçuruyor, sonra tekrar yazıya dönüyorum. 
 
Bazen insanlarla aranıza bir dikenli tel koyuyormuşsunuz gibi geliyor bana… 
Doğru… Hiçbir zaman geniş bir çevre, insanlarla müthiş bir muhabbet içinde olmak istemedim. Özellikle de bu işe başladıktan sonra. En yeni arkadaşım 30 seneliktir.
 
Kaç tane var böyle 'vintage' arkadaşınız?
Hakiki arkadaşım 5 tanedir. Kimsenin hayatımın içine çok da fazla girmesini istemem. Arkadaşlık benim yaptığım işle çok bağdaşmaz.
 
ŞAHANE KÜFÜR EDERİM
Eleştirilere karşı deriniz gerçekten kalın mı yoksa içinize mi atıyorsunuz?
Hiçbir şeyi içime atmam. Makul eleştirilere karşı derim çok ince, saldırılara karşı duyarsız.
 
Günde kaç küfür yiyor benim 'duygusal' patronum?
Herhalde 100’den aşağı düşmez. Galiz küfür yazanlara onların biraz üstünde bir tonda cevap  veririm.
 
Altta kalmazsınız yani.
Şahane küfür ederim.
 
Küfür hazineniz futbol maçlarında da işe yarıyordur…Ne de olsa o da bir başka tutkunuz... 
Hayır, benim futbol tutkum yok Galatasaray tutkum var. Sahada oynayan takımlardan biri Galatasaray değilse o maç hiçbir şey ifade etmez benim için.
 
YAMUK YAPANI ÖYLE BİR ÇİZERİM Kİ DOĞMAMIŞ GİBİ OLUR
'Yamuk yapanı' kolay çizer misiniz?
Şahane çizerim, hiç yokmuş gibi olurlar. Onları doğmamış, hiç yaşamamış farz ederim. 
 
Size megaloman mı desem narsist mi bilemedim?
Neyle ilgili olduğuna bağlı. Aynaya baktığım zaman ne güzel bir herifim demiyorum. Hatta tip konusunda  “Allahım niye bana bu kadar kötü davrandın” dediğim oluyor zaman zaman.
 
Soruyu sorarken tip hiç aklıma gelmemişti, iş konusunda düşünmüştüm.
Buna megalomani denir mi bilmem ama işini iyi yapanlardan biri olduğumu biliyorum. Gazetecilik işini yani. Ama şunu da biliyorum. Allahın şanslı kuluyum. Bana hep iyi davrandı. Hep yardım etti. Elini hiç üzerimden çekmedi. Bazen gülüyorum. Başta imalat hatası yaptığı için sonra yardımcı oluyor diye. 
 
Daha kesin bir cevap verseniz.
Samimiyetle söyleyeyim, biz profesyonellerin megaloman olması komedi olur. Patronların gözünde işe yarar bir makinayız sadece. Modelimiz geçince yerine yenisini koyabilecekleri bir şeyiz. Sonrasında hurdayız. Yayın yönetmenliğini de çok önemsemiyorum. Kimler yayın yönetmeni bir baksanıza etrafınıza. Demek ki, matah bir şey olmak gerekmiyor yayın yönetmeni olmak için. Çok matah bir şey olduğunuzu zanneder, koltuğu çok önemserseniz, düşünce kendinizi komik durumlara da düşürebilirsiniz.  
 
Pardon?
Koltukla adam olan, koltuktan kalkınca adamlıktan da çıkar. Önemli olan adam olmak. Yayın yönetmeniyken bir tarafınızı yalayan güruh, koltuk gidince sülalenize alenen sövmeye başlıyorsa o megalomaniyi alın bir tarafınıza tıkın. 
 
Turgay Ciner ile aranız nasıl? 
Turgay Bey benim dostum, ağabeyim, arkadaşım gibidir ama sonuçta patronum olduğunu hiç unutmam.  Patron patrondur. Çalışan çalışan. 
 
MİT’TEN ÇOK MI6’E YAKINIM, CIA’DE DE ÇALIŞTIM
MİT'çi olduğunuza dair şehir efsanesi doğru mu? 
MİT’ten çok MI6'e yakınım. Bir dönem CIA’de de çalışmıştım. Türkiye çok garip bir ülke Uğur Mumcu’ya yıllarca MİT’ci dediler adam ölünce kahraman yaptılar. Türkiye’de biraz öne çıkan herkes, özellikle de gazeteciler için söylerler bunu. Ben de payıma düşeni aldım. Benim için o iddiayı söyleyen arkadaşımız şimdi hapishanede. 
 
Ama MİT'te sorgulandınız.
Sorgu demeyelim. Abdullah Öcalan röportajını yaptıktan sonra davet ettiler beni. Görüşmeyi ve detayları öğrenmek istediler. Ben de anlattım. Gizli bir şey değildi ki.
 
Ne yapmıştınız ?
Nasıl gittik, nerede buluştuk. Ne konuştuk ruh hali nasıldı falan gibi meseleler. Röportajdan sonra yemek yedik. Ben gazeteciyim. Şeytanla bile röportaj yaparım. Şimdi Aziz Yıldırım ile röportaj yapsam Fenerbahçeli mi olacağım? Kiminle istersem yaparım ama şimdi Öcalan röportajının fotoğraflarını internette dolaştırıp bana sövüyor bazıları. Ulan gizli bir şey mi yaptım. Bütün Türkiye biliyor röportaj yaptığımı. 
 
Sizden korkan çok, peki Fatih Altaylı neden korkar?
En çok gece kelebeğinden korkarım, gündüz kelebeğinden daha az. Çekirgeden süper korkarım. Peygamber devesinden ödüm patlar. Hamam böceğinden tiksinirim, bakamam, elleyemem. Devam edeyim mi ?
 
Yok… Huylanmaya başladım. Çocukken de kavgacı mıydınız? 
Değildim. Kavgacılığım Galatasaray Lisesinde okurken, Beyoğlunda geçirdiğimiz günlerde başladı. 
 
Gençlik Beyoğlu’nda geçtiğine göre sandviç kültürünüz de olmalı… 
Sandviç için ölürüm. En sevdiğim yemek dilli kaşarlıdır. Hem kendim tost yaparım hem de en iyi tost yapan yerleri bilirim.
 
Tosttan başka yemek yapamaz mısınız?
Her yemeği çok iyi yaparım. Mesela taze makarnam şahanedir. Hamurunu kendim açar yaparım. Benim gibi yapanı bulamazsın. Sonra ördeğim çok güzeldir. Patlıcan musakkam, imambayıldım harikadır. Her türlü av ürünleri yemeği. Ördek  mesela. Süperimdir. Bir de tabii pilav…
 
Dinlerken kilo aldım, yemeği geçip, müziğe gelelim. 
Daha çok eskileri tercih ediyorum.. Geçen gün Beatles dinliyorum diye Hande kasedi kırmakla tehdit etti. Rock’çıyım. Eski zamanların. Rock’ın rock olduğu zamanların. 
 
Peki ya şöyle acılı acılı arabesk? 
Dinlemez miyim, bayılırım. İbrahim Tatlıses, Orhan Gencebay ve Müslüm'ün bazı şarkıları çok hoşuma gidiyor. 
 
Altaylı'yı ailesi dışında 'ayakta tutan' ne?
Kendime ve hayata karşı toleransım çok yüksek. Hayatta hiçbir şeyi umursamam. Takmam. Dert etmem.  Hatta Hande bazen bana ‘Sen android misin’ der. Mesela Sabah Gazetesi'ne el kondu. İşimden oluyorum, geleceğe dönük bütün imkanlarımdan, haklarımdan oluyorum…
 
Karalar bağlandı tabii...
Dur dinle. İşsiz kaldım. Başka bir gazeteye gitmem çok zor. Etrafımdaki herkes kan ağlıyor. Herkesin gözü bende. Acaba ne durumda. Morali nasıl diye bakıyorlar. Benimse umurumda değil. İşten çıkıp eve geldim kağıt oynamaya başladık. 
 
Nasıl yani? 
Resmen, işsiz güçsüzüm 10 gün kanasta oynadık kakara kikiri. 
 
Evdekilere "Her şey yolunda" imajı mı?
Bende oyunculuk yeteneği yoktur. İçim neyse dışım da o. Ölümden başka hiçbir şeye üzülmem. Ne demişler “Polisle git, jandarmayla git ama imamla gitme, çünkü geri dönemezsin." Aklım yerinde. Sağlığım yerinde. Gazete gitmiş, iş gitmiş bana ne. Yenisini bulurum, bulamazsam yaparım. 
 
ÖLMEKTEN DEĞİL, YAŞLANMAKTAN KORKUYORUM
Babanızın cenazesinde hüngür hüngür ağladınız. Onu çok sevdiğinizden mi yoksa size ölümü hatırlattığı için mi? 
Babamı artık göremeyeceğim için ağladım. Onu özleyeceğim için. Bana tatlı tatlı konuşamayacağı için, bana artık bir şeyler öğretemeyeceği için ağladım. Yoksa ölümden bir korkum yok.  Aklımızın erdiği günden itibaren biliyoruz ki, hepimiz öleceğiz. Bu kadar kesin bir şeyden korkulur mu? Hatta gereğinden uzun yaşamayı anlamsız buluyorum. İnsan ömrü 60-70 sene normalde. Sonrasında kendime ve insanlara yük olmaktan korkuyorum.   
 
O ne demek? 
Düşünsene otururken donuma ediyorum. İnsanlara yük olmak karşı taraftan çok kendine saygısızlık. Paran olsa daha da kötü. ‘Ölse de parası bize kalsa’ diye gözünün içine bakarlar.  
 
TÜRKÇE DUA EDERİM
Peki dua ediyor musunuz? 
Tabii  ama Arapça değil Türkçe dua ederim. Şimdi sen neden diye soracaksın anlatayım. Çocukken annemin evinde mukabele var. Hocaefendi Arapça okuyor, kadınlar dua ediyorlar. Birden aralarından birkaçı fenalık geçirip dövünmeye başladı. 
 
Lisanın önemi yok diyorsunuz. 
Tabii. Allah konuştuğum dille fazla ilgilenmiyor. Aklımdan geçeni bilen Allah, dilimi mi önemseyecek. Ama hayır yapmaya çok inanırım. Goethe’nin “Zengin ölmek ayıptır” diye bir sözü vardır. Zengin ölürsen hem hayatının hakkını vermemişsin hem çevrene haksızlık yapmışsın demek oluyor.
 
Peki ya geride kalan çoluk çocuğun hakkı? 
Parayı aptal çocuğa bırakırsın yok eder, akıllı çocuğa bırakmazsın yoktan var eder.               
 
Peki Hande hanım 'Kahperengi'yi yazarken neden evi ‘terk etti’ ?
Evdeki o karmaşa arasında bir türlü dikkatini toplayıp yazamıyor. Amerika’da bir yazarlar köyü varmış, oraya davet etmişlerdi. Ama Boston uzak geldi. Miskindir çünkü.
 
Miskin mi? 
Hande'nin “Miskinden kötülük gelmez” diye bir görüşü vardır. Neyse sonra Karaköy’de sevimli bir han dairesi bulduk ay başında taşınması için. Ben de gittim gördüm. O ara kulağıma bazı dedikodular geldi.
 
'Han Duvarları'nı mı yazacakmış? 
Yok, Fatih sevgilisine daire tuttu diye söylentiler çıktı. Güldük tabii. Bir ay orada yaşadı.
 
Güç gelmedi mi bir aylık bekar hayatı size? 
Yok canım her gün telefon açıyor, sonra zırt pırt eve geliyordu Hande.
 
Özlemiştir herhalde. 
Hayır tembelliğinden. Talimat vermek için arıyordu. Zaten gün aşırı eve de geliyordu.
 
Tembellikten başka kötü tarafı yok mu eşinizin?
Cimridir. Hayatımda bu kadar pinti bir insan görmedim.
 
Ya kıskançlık?
Sen olsan kıskanmaz mısın beni? Şaka tabii. Dozunda bir kıskançlığı vardır ama son zamanlarda iyice azaldı. Galiba artık beni kaydadeğer bulmuyor. Kim napsın bu yaşlı başlı adamı diyordur.
 
KADINLAR KIVANÇ TATLITUĞ'U BEĞENİR ALİ SABANCI'YLA ÇIKAR
Kadınlar gücünüze mi yoksa fiziğinize mi tav oluyor?
Bu kadınların beğenme işi tamamen palavra. Onlar Kıvanç Tatlıtuğ’u beğenirler, Hacı Sabancı ile çıkarlar. Türkiye’de en seksi erkek seçilenlere baksana. Mehmet Ali Birand seçildi ki, dünya tatlısıdır ama Hacivat’tan biraz hallicedir. Sonra Ahmet Mete Işıkara, Turgut Özal…
 
Peki sizi neden beğeniyorlar? 
Beni beğendiklerini sanmıyorum. Ama genellersek bir erkeği çeşitli nedenlerle beğenebilir kadın. Yakışıklılığı için, parası için, esprisi için… Ama zengin adam iflas ediyor kadın da onu terk edince kızıyorlar.     
 
Biriyle parası için beraber olmak ayıp ama...
Diyelim ki ben bir kadınla güzelliği, ya da başka bir meziyeti için beraberim. Kadın kendine bakmaz, şişmanlarsa gözden düşer. Adam terkeder veya çapkınlık yapar. Kimse de ayıplamaz. Hatta “Kadın da pek çirkinleşmişti canım” derler. O zaman tersi de geçerli.  Para o adamın bir özelliği, iflas edince bunu kaybediyor. Kadın da artık onu istemeyebilir. Birisiyle parası için beraber olmak niye ayıp olsun. Güzelliği için beraber olmak ne kadar ayıpsa, o da o kadar ayıp.
 
KIZIMIN BİR FENERBAHÇELİ İLE EVLENMESİ BENİ YIKAR
Zeynep’in bir Fenerbahçeli ile evlenmesine izin verir misiniz? 
İnsanın hayatta istemeyeceği şeyler vardır ya benim için onlardan biri bu. Konu Fenerbahçe olduğu için değil. Bence aile ortak mutluluklardan oluşur. Düşünsene Fener-Galatasaray maçını izliyoruz. Hande'yle ben ‘geçirdik’ diye bağırıyoruz, Zeynep üzülüyor. Ya da tam tersi.
 
Siz de geçirdik diye bağırmayın canım… 
Olur mu işin bütün zevki o. Ben aynı takımın taraftarlarının evlenmelerinin, ya da evlendikten sonra aynı tarafa geçmelerinin gerektiğine inanırım. Tasada ve kıvançta beraber olma hali çok önemli. Bu yüzden Fenerbahçeli arkadaşlarımın çocuklarını Galatasaraylı yapmaya uğraşmam.
 
Magazine nasıl bakıyor Fatih Altaylı?
Çok severim. Gazeteyi elime alınca önce magazin bölümüne bakarım…
 
Daha renkli tabii… 
Siyaset bana göre dünyadaki en sıkıcı şey. Magazin bir alem ya.. Bizim gazetede ‘kim kimin sevgilisi’ diye bir şema çıkarmışlardı. Oklarla gösteriyorlar. Birbiriyle yatmayan kalmamış. Beni çok eğlendiriyor. Neredeyse sokakta görsem manşetlerdeki insanları merhaba diyeceğim. O kadar yakın olduk hepsiyle gazetelerde göre göre. İnsan kızının sevgilisi kim bilmeyebilir ama bu magazine figürlerinin her şeyini biliyoruz maşallah.