Silivri Cezaevi’nde, Ergenekon davalarında yargılanan tutuklulara yönelik tecrit, bütün ağırlığıyla devam ediyor. Tutuklular, en çok 22 Ocak 2007’de yürürlüğe konulan Adalet Bakanlığı genelgesindeki “sohbet haklarının” keyfi bir şekilde gasp edilmesinden, “yalnızlaştırma” politikalarından şikâyetçi. Gazetemiz yazarı Mustafa Balbay, hukuk dışı uygulamaları sıraladığı yazısında, “Doktor yetersiz. Doktorun hiç gelmediği günlerde gardiyanlar ‘Durumunuzu anlatın, acil mi bir bakalım’ diyorlar. Bu yüzden gardiyanlara ‘Gar.Dr.’ diye isim taktık” diyor. Tuncay Özkan ve Levent Bektaş da tutuklular arasındaki ayrımcılığa dikkat çekerek işkencenin tecritle yapıldığını ifade ediyor.

İkinci Ergenekon davasında tutuklu yargılanan Balbay, “Cezaevine alındığınız ilk gün koğuşta ‘müdüriyet’ imzalı bir yazı buluyorsunuz. Yazı, ‘Herkes ömrünün bir döneminde suç işlemiş olabilir’ diye başlıyor. Yani tutuklanıp cezaevine konduğunuzda kesin suçlusunuz, suç işlemişsiniz demektir. Yönetim böyle bakıyor” diyor Tutuklularla ilgili herhangi bir yasa ya da yönetmeliğin olmadığına, Adalet Bakanlığı’nın, cezaevlerindeki hakları bakımından tutukluları da mahkûmlarla eşit tuttuğuna dikkat çekiyor. Özellikle “yüksek güvenlikli” diye nitelendirilen cezaevlerinde koğuş sisteminin keyfi uygulandığını, 21 kişilik bazı koğuşlarda bu sayıdan daha fazla kişi kalırken kiminde ise 1, 2 ya da 3 kişinin kaldığını belirtiyor. Kamuoyunda bilinen davalarda yargılananlara yönelik “yalnızlaştırma” çabasına işaret eden Balbay, şöyle devam ediyor:

“Bu işkence gibi bir şey. Bu kişiler, cezaevinin çok seyrek olan sosyal etkinliklerinden büyük ölçüde yararlandırılmıyor. Tutuklularla sohbet eden, bir koğuştan ötekine kitap gazete gibi hiçbir suç oluşturmayan bir şey götüren infaz koruma memurları hakkında hemen soruşturma açılıyor. Ergenekon davasında yargılanan milletvekilleri, gazeteciler, akademisyenler, askerler ayrıca yalnız tutuluyor. Haftada üç kez toplam 10 saat olan sohbet hakkı uygulanmıyor. Kamera sistemi ‘sürekli gözlem’ için bütün olanakları zorlayarak uygulanıyor. Bu kayıtların 1 gün ‘düzenlenmiş şekilde’ medyaya sızdırılacağı endişesi hâkim.”

Toplam 4 bin kişiye göre inşa edilmiş cezaevinde 10 binden fazla tutuklu ve hükümlünün bulunduğunu, bu durumun su kesintisine neden olduğunu, günde ortalama 8-10 saat suyun aktığını anlatıyor.


“Doktor çoğu zaman yok”

Birçok kez, yazı yazma ve dijital iddianame eklerini inceleme amaçlı bilgisayar istediklerini ifade eden Balbay, “Bilgisayar verilmedi. Haftada 2 saat bilgisayar odasını kullanma hakkı var. Bu çok yetersiz. Özellikle yazı yazan bir kişi için bu, haftada 2 saat yemek yemesine izin vermek gibi bir şey” diyor. Balbay, herkesin önceden belirlenmiş bir saatte, önceden belirlenmiş bir telefon numarası ile haftada 10 dakika konuşma hakkının olduğuna dikkat çekiyor. Televizyonun, yönetimin seçtiği 25 kanalla sınırlı olduğuna, kalabalık koğuşlarda tek olan televizyonun kullanımı nedeniyle kavgaya varan olumsuzlukların yaşandığına değiniyor.

Balbay, sağlık sorunlarını ise şöyle sıralıyor: “Doktor yetersiz. 1 ve 3 No’lu cezaevinden bir pratisyen hekim sorumlu. Revire çıkmak için dilekçe yazdığınızda, sıklıkla, ‘Doktor bugün öteki cezaevindeki yoğunluk nedeniyle gelemeyecek. Durumunuz acil değilse yarın revire alalım’ deniliyor. Ciddi bir hastalık durumunda ‘sevk zinciri’ uygulanıyor. Önce revire, revirden Silivri’deki 8 cezaevinden sorumlu kampus sağlık ocağına, sonra Silivri Devlet Hastanesi’ne, oradan da İstanbul’daki büyük hastanelere sevk ediliyorsunuz. Bir hastanede yatarken bir başkasına nakliniz gerekiyorsa, önce cezaevine getiriliyorsunuz, sonra hastaneye götürülüyorsunuz. Doktora yardım eden bütün personel gardiyan. Doktorun hiç gelmediği günlerde o gardiyanlar ‘Durumunuzu anlatın, acil mi bir bakalım’ diyorlar. Bu yüzden gardiyanlara ‘Gar.Dr.’ diye isim taktık.”

‘Sanıklar arasında ayrımcılık’

Poyrazköy davasında tutuklu yargılanan emekli Binbaşı Levent Bektaş, aynı suçtan tutuklananların, haftada 10 saat bir araya gelme haklarının kullandırılmamasını eleştiriyor. Bazı tutuklulara dizüstü bilgisayar alma ve koğuşunda çalışma imkânı tanındığına ancak iddianameleri ve delil klasörleri yüz binlerce sayfa tutan Ergenekon sanıklarına bu hakkın verilmediğini dile getiriyor.

Bektaş, “Burada işkence kırbaçla, elektrik vermeyle yapılmıyor. İnsanların birbirleriyle diyalogları tamamen kısıtlanarak dört duvar arasına tecrit ediliyor. Konser, tiyatro, konferans gibi sosyal faaliyetlere, toplu spor müsabakalarına müsaade edilmiyor. Aynı cezaevinde başka suçlardan tutuklu ve hükümlü olanlar bunlardan istifade ederken özellikle bizler bu imkânlardan faydalandırılmıyoruz. Cezaevi sınırları dahilinde bir toprak parçası ve yeşillik yok. Her yer beton ve demirle kaplı. Bu durum uzun vadede fiziksel ve psikolojik açıdan zararlı etkilere sahip” diyor.

Tutuklulara, suçlu oldukları kesinleşinceye dek, tutuklama tedbirinin cezaya dönüşmemesi için daha fazla sosyal imkânın sağlanması gerektiğini ifade ediyor. Tutuklu olduğu 1 No’lu cezaevinin, mahkeme kararını değil savcılığın iddianamesini esas aldığını söyleyen Bektaş, devam ediyor: Cezaevi kendini mahkeme yerine koyarak sanığın suçlu olduğu hükmünü veriyor. Anayasa ve yasaları ihlal ederek sanıklar arasında ayrımcılık yapıyor. Bazı tutuklular hücreden bozma koğuşlarda, bir kısmı da normal koğuşlarda tutuluyor.

Uzman görüşleri

Avukatları, Balbay’a yöneltilen suçlamalara dayanak olan dizüstü bilgisayarından geri getirildiği iddia edilen “Balbay’ın Günlükleri” adı verilen “dijital veriler”in hukuki olarak delil niteliği taşıyıp taşımadığına ilişkin aldıkları uzmanların görüşlerini mahkemeye sundu.

Boğaziçi Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü öğretim üyeleri Prof.Dr.Ufuk Çağlayan, Prof. Dr. Cem Ersoy ve Doç Dr. Fatih Alagöz’ün raporunda şu tespit yapıldı: “Bu harddiske 1 Temmuz 2008 tarihinde el konulduğu varsayımında, el konulma tarihi ile hash değerinin alındığı 7 Temmuz 2008 tarihi arasında harddiskin içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılması mümkündür. Belirtilen tarihler arasında herhangi bir değişilik yapılmadığı kesin olarak söylenemez.” Savunmalar tamamlandıktan sonra Prof. Dr. Çağlayan bilirkişi olarak dinlenecek.

Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Usul Hukuku Anabilim Dalı öğretim üyeleri Prof. Dr. Feridun Yenisey ve Prof. Dr. Ayşe Nuhoğlu da hazırladığı raporda şu görüşlere yer verildi: “Bilgisayar kayıtlarının şüphelinin imzasını taşımaması sebebiyle ve bu kayıtlarda her zaman değişiklik yapılmasının mümkün olması nedeniyle tek başına şüpheli aleyhinde delil olarak kullanılmaması gerektiği, delil olarak kullanılabilmesi için üzerinde çok kolay oynama yapılabilen fakat bu tür oynamalarda da teknik olarak belirlenmesi mümkün olan verilerin ‘sağlamlığı’ kontrol edildikten sonra ve hiçbir şekilde değiştirilmeden, mahkeme salonuna kadar getirilmeleri önemlidir.”

Raporda AİHM’nin Craxi-İtalya kararı örnek gösterildi.