Bir sivil toplum örgütü başkanı vardır. Uzaktan sizde hayranlıkla karışık saygı uyandırır.

Görünüşe göre giyimi kuşamı düzgündür. Her yerde en öndedir. İtibarlılardan bir çevresi vardır.Devlet erkânı ile içli dışlıdır. Fiyakası yerindedir. Sanki bir akil adamdır.

Ama daha yakınında olmaya başladığınız zaman durumun hiç de göründüğü gibi olmadığını anlarsınız. Naif, kibar bir beyefendi sandığınız o zat-ı muhterem, aslında hadsizin tekidir.

Attığında mangalda kül bırakmaz. Aklınca herkese ayar verir. Laf çevirmede, hava atmada, palavra sıkmada değme madrabaz yanında halt etmiştir.

Devlet yönetmek mi? Ona göre ondan basit bir şey yoktur.

Gözünde vekil yetersizdir. Bakan niteliksizdir. Başbakan bilgisizdir. Cumhurbaşkanı her şeyden habersizdir.

Yakından baktığınızda o cesaretin temelinde cahil cesaretinden, kurnazlıktan, çakallıktan, midecilikten başka bir şey olmadığını görürsünüz.

Ondan sonra da bu derece niteliksiz, sığ ve basit birinin buralara kadar nasıl geldiğine şaşar, insanlık adına hayret eder, üzüntü duyarsınız.

Bir de bunların siyasetçi tipleri vardır.

Onların da ilkinden pek farkı yoktur.

Tek dertleri seçimdir. Kazanmak için her şey mubahtır. Yalan söylenebilir. Masraflar hizmet adı altında devlet parasından karşılanabilir.

Siyaset yapma adına bugün kara denene yarın ak denebilir. İşi bitene sırt dönülebilir... Kazanmak için her türlü kurnazlık yapılabilir.

Yalan haber yayılabilir. Karalama kampanyalarına başvurulabilir. Puan getirici kavgalara tutuşulabilir. Devlete kafa tutuyor görüntüsü verilebilir.

Yeteneksizlik reklamın her türlüsüyle ve besleme basın yoluyla örtülebilir. Küçük işlere büyük törenler yapılarak göz boyanabilir. Yani pireyi, deve yapmak için elden gelen yapılır.

Başkalarının yaptığı iyi işler kendine mal edilebilir. Başarısızlık birilerine yıkılabilir. Döneklik yeri geldiğinde erdemlilik olarak yutturulabilir.

Bu günden çocuklarınızın ve torunlarınızın geleceğinden çalan bu kâğıttan kaplanların bir kendilerine bir de işgal ettikleri makama bakar “vay be! Bu işler bu kadar ucuzladı mı?” Der, üzülürsünüz.

Bu “yeteneksiz muhterisler” her yerde olur da bürokraside olmaz mı?

Hem de nasıl? Aslında yeteneksizin önde gideni bu tiplerin asıl ocağı bürokrasidir.

Kendilerini “allame-i cihan” sanan bu kitle bir makamı elde ettiklerinde “gizli bir hazine idim, nihayet keşfedildim,” havasına kapılırlar.

Özellikleridir… Bilgili insanlardan hazzetmezler. Onları her fırsatta aşağılarlar. İtibarsızlaştırmak için uğraş verirler.

Cehaletinin gururuyla kendilerini her konunun uzmanı olarak tanıtırlar.

Altlarından gelen fikirlere ilk başta karşı çıkarlar ama doğrusunu da öneremezler. Ama eninde sonunda çaktırmadan önerileni kopya etmek zorunda kalırlar.

Üstlerine karşı yağcılık yaparlar. Alttakileri ezmekten mutlu olurlar.

Kendilerine her fırsatta lüzumlu adam süsü verirler. Memleket sevgisiyle, vatan aşkıyla göreve talip olduklarını söylerler.

Yeteneksizliğini keşfedenleri itibarsızlaştırmaya çalışırlar, daha da olmadı o kimseleri şahsını“çekemeyenler” safına yerleştirirler.

Bunlar karşısında da “vay bu devletin düştüğü hale! Bunları da mı görecektik?” Der, milletin ve ülkenin geleceği hakkında endişelenirsiniz.

Bu üç karakterin yani hem sivil toplum örgütlerinde hem siyasette hem de bürokrasideki örnekleri sanılanın çok üzerindedir.

Olağan gibi görülen ama kanserli hücrenin bağışıklık sistemini bitirdiği gibi ülkeyi yıkılışa kadar götüren bu durumun varlığı aslında şahıs için de devlet için de bir hastalıktır.

Söyleyenler de Cornell Üniversitesi’nin(ABD) iki öğretim üyesi Justing Kruger ve David Dunnig’dir.

İkili tespitleri ve o tespitlerin sonuçları ile 2000 yılında “Nobel Barış Ödülü’ne” layık görülmüşlerdir.

Soyadları ile “Dunnig-Kruger Sendromu” adıyla literatüre geçen bu bilimsel çalışmanın metin özeti şöyle:

İşinde çok iyi olduğuna yürekten inanan “yetersiz kişi” kendini ve yaptıklarını övmekten, kendini öne çıkarmaktan ve aslında yapamayacağı işlere talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymaz.

Aksine her şeyin hakkı olduğunu düşünür. Ancak bu cahillik ve had bilmezlik karışımı tutum, mesleki açıdan müthiş bir itici güç oluşturur.

Eksiler kariyer açısından artıya dönüşür. Sonuçta “kifayetsiz muhterisler” her zaman her yerde daha hızlı yükselirler.

Onlar makam kapma yarışı yaparken liyakat ve ehliyet sahipleri de kendilerine teklif gelmesini beklerler ya da küserek bir kenara çekilir.

Böylece meydan haylaza, kurnaza, ahlaksıza kalır.

Onların istilası altındaki bir yerde hizmet kalitesi vasatın altına düşer. Devlet eğitim, sağlık, sosyal güvenlik vs gibi sektörlerde seviye kaybeder.

Siyaset ise ayağa düşer… Sorun çözme aracı olmaktan çıkar… Polemik ve kısır çekişme aracı haline gelir.

Tıpkı Aydın’da olduğu gibi…