Gazeteci Rahmetli Ergün Göze anlatır…

“Devirleri, insanlardan istenen şartlar, insanlarda aranan vasıflar tayin etmekte, seviyelendirmektedir…

Dört asır önce Süleymaniye Camii imamında aranan vasıfların bir kısmını-evet sadece bir kısmını-sıralıyorum.

BİR: Alet ilimleri ve ilimleri bilecektir.

İKİ: Arapçayı ve Farsçayı mükemmel bilecektir.

ÜÇ: Ayrıca Latinceyi de bilecektir.

DÖRT: İslamın yüce gerçeğini ortaya koyabilmesi için mukayeseli dinler ve dinler tarihini bilecektir.

BEŞ: Ata binecek… İdman yapacak… Sportmen olacak… Sıhhatli ve yakışıklı olacaktır.

ALTI: Güzel giyinecek… Evli… Hem de kendine denk güzel bir hanımı olacaktır.”(Prof. Dr. Aydın Taneri, Türk Devlet Geleneği, s.306)

 Süleymaniye Camii imamında aranan bu özellikleri günümüz hükümet başkanlarında bulmak mümkün mü?

Siz sadece bu derece yüksek şartlara haiz imamı değil bir de o imamın arkasında namaz kılan cemaati düşünün…

Burada o nitelikteki imam kadar arkasında namaz kılacak cemaati içinde barındıran seviyeli toplumu ve ona vücut veren her biri dönemlerinin kutbu şahsiyetleri gözünüzün önüne getirin.

Devlet Başkanlığında dünya’ya damgasını vurmuş Kanuni… Mimaride bir benzerini daha dünya’nın görmediği Koca Sinan…

Hat Sanatı’nda ustaların ustası Karahisari… Ebru Sanatı’nda tek Sarhoş Ahmet… Edebiyatta rakipsiz Baki

Bahriyede Akdeniz’i Osmanlı Gölü haline getiren Barbaros… Fetva makamında zirve Ebussuud Efendi…

Bu seviyedeki insanların yönettiği, sözünün geçtiği bir yerde Süleymaniye, Selimiye gibi devre damgasını vuran eserler kendiliğinden yükselir.

O nedenle bir milletin kalkınmışlığının ölçüsü tüneller, köprüler, yollar, barajlar değildir onları ithal beyin ve teknoloji ile de yapabilirsiniz asıl önemli olan ölçü insan kalitesidir.

Burada asıl olan Süleymaniyeler yapmak değil onlar da varsa da devrine adaletiyle, ilmiyle, irfanıyla, ahlakıyla yükseklik kazandıracak bilginleri, yöneticileri ve siyasetçileri yetiştirmektir.

Onun için” her devrin insanı yaşadığı toplumun aynasıdır” sözü boşa söylenmiş değildir..bir gerçeğin ifadesidir.

Bir de günümüz aynasında, kendimize, her yönüyle insan kalitemize, onların meydana getirdiği toplum seviyemize bakalım…

Önce bir tespitte bulunalım… Bizim inanç ve kültürümüze göre her Müslüman’ın gözetmeyi ihmali halinde vebali ağır iki hak vardır ki, birincisi insanlar arasında adaleti gözetmektir, diğeri de tüyü bitmedik yetim hakkına ve kul hakkına riayettir.

 Bu iki hakkın korunmasında insanlarının göstereceği özen ve dikkat Müslüman olsun olmasın o toplumun seviyesini belirler.

 Eşi çocukları, kardeşi gibi birinci derece yakınlarını yetkisine dayanarak amirin  kurumunda işe alması hem yüz kızartıcı bir eylem hem de yöneticiye duyulan güveni zedeleyecek bir hareket sayıldığı ayrıca ahlaki açıdan kul hakkına tecavüz kabul edildiği için devlet geleneği ile bağdaşmaz.

Diğer bir temel kural da devlet görevlisi kararlarını nefsine göre değil vicdanına göre vermesidir.

Hal böyleyken günümüzde iktidar gömleği giymiş bazı muhterisler kendilerine emanet edilen kurumu tapusuyla devralmış gibi icraata hanımını ve yakınlarını işe almakla başlıyor.

Çalışan personele maraba muamelesi yaparak bir yandan “kanun da, devlet de benim” diyerek geçmişten hesabı olanların defterini dürüyor, zulmediyor diğer yandan da icraatını perdelemek için siyasetçilik oyunu oynuyor.

Beterin de beteri böyle durumlarda asli görevi “iyilikle emretme, kötülükten el çektirmek için uyarmak” olan bazı İslamcı geçinenler bir koltuk ya da yakınlarını işe sokmak adına böyle “besmeleyle hak yiyen işgüzarların”  arkasında saf tutuyor.

İslam adına ne hazin bir manzara…

Rahmetli Adnan Menderes oğul Yüksel’in ticarete atılma isteğini “belli bir süre sonra beni alır, beni satar duruma düşersin” sözleriyle geri çevirmiştir.(Aydın Menderes, Babam ve Ben s.98)

 Yine aynı Menderes sahte dostlara alacakları hediyelerle “gebe kalırım” endişesiyle oğlu Aydın’a sünnet düğünü yapmamıştır.

Günümüzde ise il başkanlarının kamu görevlisi yakınları fırsat bu fırsat küpü erkenden doldurmaya heveslenerek müteahhitliğe soyunmaları yetmiyormuş gibi bir de nüfuz istismarı yaparak esnafı dolandırıyor.

Kurum müdürleri yakın zamana kadar kurum telefonlarından yaptıkları özel görüşmeleri kendi ceplerinden öderler, kurum bütçesinden alınan mesela kâğıt, kalem ya da mürekkebi özel işlerinde kullanmaktan sakınırlardı.

 Bu gün ise kuruma ait günün yirmi dört saati açık mobil telefonların faturaları devlet bütçesinden ödeniyor.

Hizmete tahsisli resmi araçlar Başbakanlık Genelgesine rağmen (Genelge No:2007/3) bu gün okullara çocuk taşımakla kalmıyor çarşıya, pazara ve günlere eşleri taşıyor, aile fertlerini turistik gezilere götürüyor.

Ne devlet ne de siyaset cephesindeki sorumlulardan kimse de sesini çıkarmıyor.

Hz. Ömer’in iki mum örneğinden hareketle geldiğimiz nokta bu… Ürettiğimiz insan da meydanda…

 Kanuni’nin vasiyetini önünüze koyarak günümüz insan seviyesi hakkında kararı da siz verin…

 

 

Aydınpost ANDROID'de TIKLA İNDİR!   Aydınpost APPSTORE'da TIKLA