”Siyasetçinin parası pul, karısı duldur” özdeyişinde ifade edildiği üzere siyaset millete hizmet yolunda vaktinden, nakdinden, aile yaşantısından ve işinden özveri isteyen bir iştir.   

Çıkış noktası “karşılıksız hizmet” olduğunda siyasetçinin kazanacağı sevabın derecesi de yüksektir. Zira kültürümüzde hizmete yardımcı olan yapan gibi ona ortak olur.

Ayrıca Üstat “bir insanın kıymeti himmeti(yardım) nispetindedir. Kimin himmeti millet ise o tek başına küçük bir millettir” sözü ile insana hizmetin önemine işaret etmiştir.(İhsan Atasoy, Bekir Berk s.134)

Bu sorumluluğun idrakinde olan eski bazı seçilmişler görev bitiminde bir miktar bağış yaparak olası beytülmal hakkını öderler, manen temizlenmiş olarak o makamı terk ederlerdi.

Bu anlayış ve düstur üzerine siyaset yapanlar olası yetim hakkı korkusu ile görevleri süresince çoğu giderleri cebinden harcadıkları için bu işten günümüzdekilerin aksine karlı değil daha zararlı çıkmışlardır.

Eski Bakanlardan Ali Naili Erdem’in Gazeteci Hasan Pulur’a söylediği “biz siyasette kazandıklarımızı hemşerilerimizin yol, yemek ve hastane giderlerine harcadık. Hanımlarımızın ömrü onların çorap ve gömleklerini yıkamakla geçti” sözünü okuyanlar hatırlar.

Adnan Menderes oğlu Yüksel Menderes’in nüfuz ticareti endişesi ile ticaret yapmasını istememiş diğer oğlu Aydın Menderes’e aynı düşünce ile sünnet töreni yapmaktan çekinmiştir.( Aydın Menderes, Babam ve Ben s.98,112)

O günün siyasetçisinde ne de olsa edep ve hayâ vardı… Tüyü bitmedik yetimin edebiyatı yapılmaz, hakkı korunur, gözetilirdi… Her şeyden önemlisi siyasetçi haddini bilir, seviyesini korurdu.

 Kendini bilen rakipleri bile özgül ağırlıkları nedeniyle kişiliğine, doğruluk ve dürüstlüğüne toz konduramazdı.

“Genelleme yapmakla hata ediyorsun, her meslekte olduğu gibi siyasetçinin de her devirde iyisi de olmuştur, kötüsü de…” diyenleriniz olabilir.

Elbette onların içinde de çürük elmalar vardı, hepsi zemzemle yıkanmış, sütten çıkmış ak kaşık değildi. Ancak biz hem çoğunluktan hem de o günkü siyasetçi olgusundan söz ediyoruz.

Devran döndü siyasetçi de evirildi… Partisi ne olursa olsun ahlak ve fazilet abidesi o devrin siyasetçileri yerlerini “zenginlik yan kültürünün” ürünü türedi zenginlere ve kaptı-kaçıcılara bıraktı.

“Zenginlik yan kültürü” terimi zenginliğin kültüründen yoksun, görgüsüz insanları ifade eder.

Servetiyle övünmeyi bir insanlık kusuru gören ve ayıplayan halkımız arasında böylelerine “sonradan görme” veya ”gök görmedik” denir.

Kendini bilen çobana bile sahibi olduğu sürüyü sorsanız “benim” demez nefsine gurur vereceği korkusu ile ”emanetçiyim” der.

Yaşamın diğer alanlarında olduğu gibi son birkaç dönemdir siz adına ister sonradan görme ister gök görmedik deyin siyasette kimseye yararı dokunmayan bu tiplerin sayısında bir artış oldu.

Kişilikleri yerine servetleriyle öne çıkma hevesi bir kişilik sorunudur. Bu insanların yabancısı olduğu siyasette güç devşirmesinin ve itibar peşinde koşmasının kökünde yatan asıl neden bilinçaltındaki eziklik kompleksidir.

Geçmişte hiçbir siyasi organizasyonda yer almadıkları için millette karşılığı olmayan, partinin hatırına seçilen bu insanlar yeterli siyasi tecrübe ve olgunluğa sahip olmadıklarından sonradan görme olduklarını burada da gösterirler ve  “lüzumlu adam” olduğu yanılgısına kapılırlar.

Artık bundan sonra ellerindeki güce güvenerek olur olmaz işlere karışmaya, her taşın altından çıkmaya başlayan bu “sahte baronlar” işi daha da ileriye götürür ve kendini seçtirenlere bile yük haline gelir.

Siyasi partiler yerel seçimlerde kendilerini iyi pazarlayan böyle tiplere, her ne hikmetse, kapılarını açınca hem kendi yörüngesinden saptılar hem de siyaseti yozlaştırdılar.

Bir şekilde bunların siyasette zemin bulması kötü paranın iyi parayı piyasadan kovması gibi ehlinin de siyasetten soğumasına, elini eteğini çekmesine yol açtı.

Böylece temeli özveriye dayanan siyaset kurumu millete hizmet yolunda sorun çözme aracı olmaktan çıktı ya rantçıların imar problemini çözme ya da itibar kazanma aracına dönüştü.

Bu anlayış toplumu ilgilendiren konuları geri plana düşürmekle kalmadı  “devletin malı deniz, yemeyen domuz”, ”vur patlasın çal oynasın” felsefesini öne çıkardı.

Bu tipler sorun sözcüğünden sadece kendi çıkarlarını anladıkları için halkın sorunları ile ilgilenmek yerine makam sahibinin çevresinde görünmekle, özel dostluklar kurup aile bireylerinin özel işleri ile ilgilenmekle çevrede “aileden biri” algısı uyandırmakla vakit geçirirler.

Makam çevresinde nöbet tutarlar… Özel kalem gibi çalışmak onlar için bir onurdur… Makam sahibine kurum dışında eşlik etmek, açılışlara katılmak gurur verici bir olaydır.

Ama mutluluklar bazen kısa sürer… Hele bir de onlar Hacı Bektaş Veli’nin “eline, beline ve diline sahip ol” öğüdünü bilmeyen veya dikkate almayanlardan ise…

Böylelerinin “servet, şehvet ve şöhret” şeytan üçgeninden birinin tuzağına düşmeleri tez olur ve o zaman da her şey bir anda biter.

Çevreye yayılan pis koku da en fazla zararı intisap ettiği siyasi partiye ve kendini sırtlayan makam sahiplerine verir.

Günden güne güven kaybeden, duygudaşlık noktasında kitlesinden uzaklaşan siyaset kurumunun etkin hale gelebilmesinin yolu tez elden bunlardan kurtulmasına bağlıdır.

Ondan sonrası kolay…

Sosyal medyada bu konuyla ilgili düşüncelerinizi #aydınbunukonuşuyor etiketiyle paylaşın, yayınlayalım! 

facebook.png twitter.png

habericiuygulamalar.jpg