Yıllık izinlerini Türkiye’de geçirenlerden duyduklarım gösteriyor ki dört yıl önce yazdığım bu satırlar hala geçerliliğini yitirmemiş. Bu konuda maalesef her iki tarafta da olumlu bir gelişme olmadığı gibi, son günlerde Türkiye’deki  tüm kesimleri kapsayan “bizimkiler” ve  “ötekiler” ayrımı da “Almancı sendromu”’nu daha da artırmış. Buyurun bu acı sendromun benim açımdan bir analizini yeniden okuyun: 

Türkiye’de yaşayanlar, nedense Avrupa’nın hangi ülkesinde yaşarsa yaşasın, insanlarımız  için “Almancı” deyimini kullanıyorlar. Bu deyim eski zamanlarda “Almanyalı” olarak kullanılırdı. Kafalardaki tipik “Almanyalı” da üzerinde yanda tüyü olan fötr  şapkalı, elinde radyolu kasetçaları ve  vücudunuz bir kaç boy büyük gelen takım elbiseli bir tip olarak bilinirdi. Bunlar genelde Mercedes, Ford Granada, Taunus, Opel Kadet veya Ford minibüslere binerdi. Şimdi onların çocukları ve torunlarına “Almancı” diyorlar. Tipik “Almancı” da şu özellikler önyargılara temel olur:

Türkçe’yi bozuk konuşur, şahane modern görünümlü bir kız da olsa Türkçe’yi anne  babasından öğrendiği şekilde kırsal bir şiveye Almanca sözcükler karıştırarak konuşur.

Anavatanım der, ama Türkiye’nin hiç bir  şeyini beğenmeyip, sürekli eleştirir. Almanya’da iken “Vatan hasreti, gurbetçilik” gibi kavramlarla “Müslüm babacılık” oynayan bu tiplerimiz, Türkiye’deki sohbetlerde genelde “Bizim Almanya’da şöyle güzel, böyle güzel” diye ahkam keserler.

Bazıları yıllık altı hafta iznini köyünde kasabasında geçirirken, özellikle genç nesil tatilini Antalya, Bodrum gibi yerlerde geçirmeyi yeğlerler. Ama  maalesef bir çoğu da buralarda Avrupa’ya gelme meraklısı yakışıklıların ağına düşer ve eş ithal ederler... 

Şimdi kısmi olarak ön yargılara dayanılarak çizilen tiplemelerden sonra “Almancı sendromu” deyimine gelmek istiyorum. Bu deyim Avrupa’da yaşayan insanlarımızı çok rencide ediyor. Genelde cebi biraz para gördüğünden Türkiye’de karşısındakileri küçük görmeye başlayan ve hava atan basit insanlar için kullanılan bu deyimden hepimiz etkileniyoruz. Bu sendroma kapılarak ta aynı kaba konulmamak için yurt dışında yaşadığımızı saklamaya çalışıyoruz., ama  genelde de başarılı olamıyoruz. 

Yurt dışından olduğumuzu saklayamamakta neden  başarılı olamıyoruz, bir kaç örnekle açıklamak istiyorum; 

Bazı konularda saf oluyoruz, insanımıza çok güveniyoruz ama her seferinde güvendiğimiz o insanlarımız ve hatta yakınlarımız tarafından  tongaya düşürülüyoruz. Yurt dışında yaşayıp ta Türkiye’deki bir yakınına, dostuna para kaptırmayan yoktur ki,  holdinglere paralarını kaptıranlar konusuna hiç  girmeyeceğim.  Bilir misiniz; yurt dışında yaşayan çoğumuzun Türkiye’deki evlerinde kira ödeme gereği bile duymadan akrabaları oturur. “Onun nasılsa yeteri kadar var, boş ver” yaklaşımı vardır, ama o paraların ne  zorluklarla ve nelerden vazgeçilerek kazanıldığını kimse bilmek  istemez. 

Bizi ele veren diğer bir örnek: Aydın’da yaşayan kuzenimle birlikte yaşamımda ilk kez bir şehir hamamına gittim. Her ikimizde aynı tip peştamala sarılı olduğumuz halde, keseci benim yurt dışında yaşadığımı anladı. Kendine nasıl anladığını sorduğumda  “bana teşekkür ettiniz ve bir şey isterken lütfen dediniz” dedi. Bazı insanlarımızın teşekkür etme ve özür dileme özürlü olduğunu bildiğim halde şaşırdım. Biz buralarda bir yerlere gittiğimizde bir makama çıktığımızda hemen selam vermeye alışmışız ve Türkiye'de bu selamın alınmasını boşu boşuna bekleriz... Türkiye’de selam verdiğimizde bön bön yüzümüze bakarlar... Telefonla bir yeri aradığımızda önce kendimizi tanıtır, sonra söyleyeceğimizi söyleriz, yoksa telefonla aradığımızda  “sen kimsin?” diye sormayız.  Biz tanımadığımız insana ‘Sen” diye hitap etmeyiz,  bize edildiğinde de yadırgar, hakaret olarak görürüz. Ne cumhurbaşkanı ne başbakan ne de bir polis veya memur bize “Sen” diye hitap edemez... Ama ülkemizde görüyoruz ki cumhurbaşkanı veya başbakan bile televizyonda gazetecilere ve halktan insanlara sen diye hitap ediyor... Bu hitap şekli bizi çok kırar...

Son yıllarda bu “Almancı” yaklaşımı o kadar abartıldı ki,  resmi dairelerde, banka şubelerinde  ve özellikle  hastanelerde yurt dışında yaşayan insanlarımız adeta dışlanıyor ve hakir görülüyor. Genelde kıskançlıktan ve yurt dışında yaşayan bazı insanlarımızın kültür seviyesinin Türkiye geneline oranla oldukça düşük olmasından doğan bu yaklaşımlar,  her  iki taraf için de kırıcı oluyor.  

Yurt dışında yaşayan çoğu insanımızın elli yılı yaklaşan gurbet macerasında kültürünü kaybetme, asimle  olma  korkusuyla kendini izole ettiği ve  gelişmelere kapalı kaldığı bir gerçektir. Oysaki Türkiye’dekiler bu elli yılda sosyal açıdan büyük aşmalar kaydetti. Bazı konularda çarpıkta olsa kendini geliştirdi. Bugün Türkiye’de adam televizyonda kameralar önünde kendisini aldatan karısıyla olayın nedenlerini tartışabilirken, Almanya’da adam  yedi yıl önce boşandığı eşini bir erkek arkadaş edindi diyerek  namus için şehrin göbeğinde bıçaklıyor. Çocuk ablasını Alman erkek arkadaşı var diye öldürüyor...      

Özet olarak Türkiye’dekilerden dileğimiz bize “Almancı” muamelesi yapmamaları, yurt dışında yaşayanlardan bazılarına da önerimiz ülkemiz de “ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol!” yaklaşımını sergilemeleridir.  

Sosyal medyada bu konuyla ilgili düşüncelerinizi #aydınkonuşuyor etiketiyle paylaşın, yayınlayalım! 

 

facebook.png twitter.png

habericiuygulamalar.jpg