80'ler denince ilk akla gelen oyunculardan Oya Aydoğan, perşembe akşamları 21.30'da Show TV'de yayımlanan 'Düşman Kardeşler' adlı Trakya komedisinde assolist Leyla olarak karşımızda. Aydoğan ile eski set koşullarından aile yaşantısına, Bülent Ersoy'la dostluğundan Banu Alkan'la küslüğüne uzanan bir sohbete oturduk...

‘‘Çocukken ben sadece artist olmak istedim. Çok erken yaşlardan itibaren yani 5-6 yaşlarında okula gitmeden evvel artist olmayı kafaya takmıştım ve oldum da...” ‘Neşeli Günler’ filminde turşucu Kazım Efendi’nin dik duruşlu kızı, Bülent Ersoy’un kadim dostu, Banu Alkan’ın en dişli rakibi Oya Aydoğan söylüyor bu sözleri geçen yıl verdiği bir röportajda. Dile kolay 35 yılını film ve dizi setlerinde geçiren Aydoğan, o kadar mutlu ki o küçük yaşta kafasına koyduğunu yapmış olmaktan, şu an yer aldığı ‘Düşman Kardeşler’ dizisinin çekimlerinin yapıldığı Gelibolu ’da bir araya geldiğimizde “Yine dünyaya gelsem yine Oya Aydoğan olmak isterdim. Çalışmadığım zaman yaşamayan, nefes almayan bir bitki gibi hissediyorum kendimi, çalışmayı o kadar seviyorum” diyor. Söz, 1980’ler Yeşilçam’ının kült figürlerinden Oya Aydoğan’da...

80’lerin ve bugünün set koşullarını karşılaştırarak başlasak…

Şimdi artık insana hizmet eden şeyler var. Eskiden mesela saçımızı kendimiz yapardık, hatta bir gün önceden yapardık, o bigudiler kafamızda gece uyuyamazdık. Elbiseleri kendimiz bulurduk, takı isterlerdi, akrabalardan, zengin tanıdıklarımızdan alırdık. Her şey daha bir zordu, şimdiki konfor yoktu.

Starlık kavramının devam ettiğini düşünüyor musunuz? Star var mı sizce bugün?

Kıvanç Tatlıtuğ en büyük star benim için. Kadınlara hitap eden, zengin evlerin, büyük aşkların olduğu dizileri severim ben, şu anki dizisi ‘Kuzey Güney’de daha erkeksi hikâyeler var ama sırf Kıvanç için izliyorum. ‘Fatmagül’ün Suçu Ne?’yi de o hikâyeden bıktığım halde Beren’i (Saat) sevdiğim için izliyordum. Star var yani… Ama tabii Türkân Şoray, Kadir İnanır, Tarık Akan , Hülya Koçyiğit, Fatma Girik gibi star yok çünkü onlar ulaşılmazdı. Halk için görünmezlerdi, kendilerini saklarlardı. Erkek, kadın arkadaşları varsa onları halka göstermezlerdi. İnsanların bize ulaşacağı televizyonlar yoktu. Ulaşılmazdık biz...

Şimdi peki?

Şimdi herkes sokakta. Paparazziler en istemediğin anda seni yakalayabiliyor. Makyajsız çıkıyorsun ya da sarhoşsun, yakalanabiliyorsun. O zaman böyle bir paparazzi olayı yoktu. Hiçbir kötü yanın, defon ortaya çıkmıyordu haliyle.

Şu an dışarıdan görünen şu ki şöhret olmak için bir gaf yetiyor…

Abim Almanya ’da önemli bir işadamı, Bremen’de tren garının orada otelimiz var. Orada bir Türk’ün dört yıldızlı bir oteli var ama bu tarz iyi şeylerden hiç bahsedilmiyor işte… Şöhret olmak için bak ne diyorsun, gaf yapmak lazım. Ya da Allah korusun ailenden birinin kötü bir şey yapması lazım. Gülben’in selülitleri konuşuldu günlerce… Ayy başlarım selülite yani! Her kadının selüliti olabilir! Bu mu Türk halkını ilgilendiriyor ki bu konu bu kadar gündemde kalıyor? Kötü şeyler o kadar ön plana çıkarılıyor ki yaptığın hiçbir güzel şey konuşulmuyor.

Eskiden şöhret olmak için ne yapardı insanlar?

Onu pek bilemiyorum. Ben Ses Mecmuası’nın artist yarışmasında birinci oldum. Birinci seçildiğin zaman zaten önüne en ünlü prodüktörlerin kontratları geliyordu. İlk filmimi Cüneyt Arkın’la çektim, Cüneyt Arkın kapalı gişe filmleri iş yapan biriydi, birden onun karşısında buldum kendimi. Bir gün önce halktan bir Oya Aydoğan, bir gün sonra Cüneyt Arkın’ın karşısında star olma yolunda ilerleyen bir Oya Aydoğan…

Siz hep sinema & dizi gittiniz. Tiyatro neden yapmadınız?

Çok bağırarak oynamayı seven bir oyuncu değilim, tiyatroda sesinin çok yüksek olması lazım. Bir de zamanım yok, hem de açıkçası tiyatroda harcayacağım zaman karşılığında alacağım parayı çok az buluyorum.

Film afişlerinde ne yapar, ne eder isminizi en tepeye yazdırırmışsınız diye okudum. Doğru mu?

Yok valla hiç öyle bir şey yapmadım. Ferdi Tayfur’la dört, İbrahim Tatlıses ve Orhan Gencebay ’la üç, Müslüm Gürses’le iki, Gökhan Güney’le dört film çektim. Aklına gelebilecek bütün şarkıcı ve türkücülerle film çektim. Öyle bir şey yapmadım vallahi... Hep onlar sürmanşetti.

Peki, cümlenin devamını siz getirin: ‘Bu kariyeri kazanmak için…’

Bu kariyeri kazanmak için kendimden çok fedakârlıklar yaptım.

Mesela?

Mutlu bir aile hayatım olmadı.

Hiç mi?

Bütün ilişkilerim beş, altı yıl sürmüştür. Kadınların çoğu yanındaki erkekler maddi olarak kendinden düşük olduğu için onunla arkadaş olabiliyor ama ben kazancı benden düşük bir erkeğe saygı duymayacağım için öyle bir ilişki istemedim. Yanımda öyle birini kocam diye gezdirmek istemedim. O yüzden aile yaşantımdan büyük fedakârlık yaptım. Onun dışında yine bütün kalbimle söylüyorum, yine dünyaya gelsem yine Oya Aydoğan olmak isterdim. Çalışmadığım, oyunculuk yapmadığım zaman yaşamayan, nefes almayan bir bitki gibi hissediyorum kendimi.

Bülent Ersoy’u sorsam size... Yasaklı olduğu dönem en çok destek verenlerden biriymişsiniz…

Çok destek oldum, evet. Onun çok üzgün olduğu, benim çok revaçta olduğum bir dönemdi. Ona sahnelerden haber götürüyordum, gazino patronlarıyla bağlantı kuruyordum. Bülent Ersoy yasaklı olduğu dönemde de şöhretini hiç kaybetmemiş, çok büyük stardı. Oturduğu yerden okuyabiliyordu, geçim sıkıntısı vardı, o dönemleri rahat geçirebilsin diye oturarak okuyacağı 8-10 ekstra bulmuştum. Maddi olarak yanında duruyordum. Acaba ben o durumlarda olsam, Bülent bana aynı şeyi yapar mı bilemiyorum.

Niye böyle dediniz, yapmaz mı?

Yapar da diyemiyorum, yapamaz da diyemiyorum. Ama ben daha fedakâr ruhluyum, vericiyim, o yüzden ben çok destek oldum.

Banu Alkan peki…

Banu’yla kötüyüz.

Hâlâ mı?

Hâlâ. Konuştuğumuzu zannederler ama Banu’yla asla konuşmuyoruz. Onun hırsı yüzünden çok güzel bir reklam teklifini Gönül Yazar’la Muazzez Abacı’ya kaptırdık. O teklif önce bana geldi, “Banu Alkan’la sizi oynatmak istiyoruz” dediler. Hem kızgınlığım geçmişti, hem de maddi olarak düşündüm, duygusal baktım yani konuya, “Olabilir” dedim. Banu yurtdışında, kardeşinin yanındaydı. Telefonlarını buldum verdim, sadece bir şartım oldu: “O 1 lira alırsa, ben 99 kuruş almam, aynı alırım. O yirmi saniye görünürse, ben on dokuz saniye görünmem” dedim. Her konuda anlaştık ama Banu her zamanki numarasını yapmış, demiş ki “Ben daha çok görüneceğim”. O reklamın orijinalinde birinin 1-2 saniye daha fazla görüntüsü var, o demek ki daha çok görüneni istemiş. “Ama” dediler şirketten “Biliyorsunuz daha fazla görününce, onun parası daha fazla olur.” Hemen “Ayyy” dedim “Kapatın, kapatın!”. Öyle hırsları vardır Banu’nun, tabii ben olmayınca o iş ona da yaramadı.

2004’te Alevi olduğunuzu açıklamıştınız, biraz geç bir tarih değil mi?

Yok, geç değil, Alevi olduğumu hep söyledim ama üzerine basmadığım için insanlar bilmiyorlardı. Hatta Aleviliğin açıkça dillendirilmediği dönemlerde Alevi bir menajerimiz vardı, “ Alevi olduğunu söyleme” derdi. Alevi olduğumu bilenler de söyleme derdi çünkü söylediğin zaman çok tepki görüyordun. Ben her yerde iftiharla söylerdim ama... Televizyonda 2004’te bir program yaparken ilk kez “Ben de Bektaşi kızıyım” dedim. Mesela Alevilerin kod adı vardır “Kim Galatasaraylı?” diye girdiğinizde internette birçok sanatçının adı döküm olarak çıkar karşınıza.

Alevi olduğunuz için zarar gördünüz mü hiç?

Alevi olduğunu hep sakladı insanlar, ama ben hiçbir zarar görmedim. Zaten Aleviliği ile iftihar eden bir insanım. Bunu saklamam imkânsız, dede torunuyum, sülalem Tunceli ’ye uzanıyor. Tunceli ’de Aleviden başka bir şey olmaz, o kadar belli ki ne olduğum...

Mehmet Ali Erbil ’in ‘mum söndü’ gafına yorumunuz nedir?

Yüzüne de söyledim, “Konuşmalarına hiç dikkat etmiyorsun, bu kadar duygulu bir topluluğa sen nasıl mum söndü bilmem ne dersin” dedim. Ayrıca biz böyle korkunç büyük bir iftirayı üstümüze almıyoruz, dünyanın en namuslu insanlarıyız biz. İlk Aleviler olmuştur Müslüman... Sonuna kadar Aleviyim ben.

Malatya ’da sahurda evinin önünde davul çalınmasına karşı çıkan Alevi bir ailenin evi taşlanıp camları kırıldı, evin yanındaki ahır yakıldı…

Böyle bir şey olabilir mi, ne kadar ayıp. Bu saldırıları kınıyorum, yapmasınlar, kıymasınlar insanlara hele böyle mübarek bir ayda... Ailenin de ramazan davuluna karışmaması lazım, ramazan ayına saygı duymak lazım. Allah hepimizin Allah’ı, hepimiz ibadet ederiz. Aleviyiz diye oruç tutmamak olur mu, dayım 70 yaşında senelerdir orucunu bırakmadı. Ben orucun akşam 6’larda, 7’lerde bozulduğu günlerde hep oruç tuttum ki tansiyon hastasıyım. Hastalığım olmasa her gün tutarım. Son senelerde çok geç bozulduğu için sadece son gün ya da Kadir günleri tutmaya gayret ediyorum. 23 yaşındaki oğlum, orucunu bırakmıyor çünkü orucu biz Allah için tutuyoruz.

‘O zaman internete düşeceğini bilmiyordum’

Google ’a Oya Aydoğan yazınca sevişme sahnesi başlıklı videoların çıkması sizi rahatsız ediyor mu?

Öyle anormal seviştiğim bir sahne yok. Emrahlı filmlerde bir öpüşme sahnem var, o konuda rahatsız değilim. Ayrıca ben o zaman böyle internetlerin çıkacağını, internete düşeceğini bilmiyordum ve onlar mesleğimiz gereği yapmamız gereken şeylerdi. Ben özel biriyle sevişirken Google ’a düşmüş biri değilim, işimle düşmüş de olsam o zaman da yaptığım iş günah da olsa sevap da olsa benim sorumluluğumda. O beni rahatsız etmiyor yani.

‘Leyla inanılmaz sempatik bir kadın’

Şu an ‘Düşman Kardeşler’ dizisinde oynuyorsunuz, çekimleri de Gelibolu ’da yapılıyor.

Evet, çok keyifli bir iş. İyi ki buradayım. Tek problemi şehir dışında olması, oğlumla sık görüşemiyorum, onun dışında her şey harika. Leyla isminde inanılmaz sempatik bir kadını oynuyorum. Tarık Pabuççuoğlu’nun oynadığı Bereket’e âşık olmuş, bir çocukları olmuş. Kaan (Urgancıoğlu) oynuyor oğlumu. Leyla, sahne yaşantısını bırakmış, senelerce Bereket’ten haber beklemiş, Bereket onu çağırınca oğlunu kaptığı gibi Gelibolu ’ya gidiyor. Burada entrikalar, şamatalar başlıyor. Güzel, gırgır bana yakışan bir karakter. Çok zevk alıyorum oynarken. İnsanları çok yormayan, günün stresinden uzaklaştıran iddialı bir dizi...