Milas Havaalanı’nda ve uçağa binmek üzere kuyruktayım. Uçak İstanbul’a 30 dakika gecikmeli olarak kalkacak. Hemen herkes sıkılmış durumda. Birden gözüm, önümde duranlara ilişiyor.  Önce dudaklarım bir gülümsemeyle yukarı kıvrılıyor, hemen sonrasında ise kaşlarım kızgınlıkla çatılıyor. Bu birbirine zıt  iki duyguyu bana ardı ardına yaşatan  ise 2 yaşlarındaki bir bebek. Çocuk demeye dilim varmıyor, öyle ufacık ki ... Yanında babası olduğunu sandığım bir adam. Çocuğun elinde ise bir telefon,  tabii ki akıllısından. O küçücük parmakları ile ekranda yukarı , aşağı hızlıca  geziniyor. Beğenmiyor, değiştiriyor. Gayetle meşgul ve dolayısıyla da sıkıntısız. Biraz sonra fotoğraf çekmeye karar veriyor. Önce sağın,solun resmini çektikten sonra, bir de selfie yapıyor. Annelik duygumunda ötesinde,  içimde pek yapma şansı bulamasamda eğitimci kimliğim, çığlık çığlığa. Bir çocuk, hatta bebek nasıl olur da böyle bir haksızlığa uğratılabilir. Hem de en yakını tarafından. Bu çocuk okul çağına geldiğinde, öğretmeninin Allah yardımcısı olsun. Onun dikkatini derste tutabilmek için normalin on katı çaba harcaması gerekecek. Ondan sonra gelsin dikkat bozukluğu tanımlamaları, gitsin hiperaktivite.

Bu sefer, Koşuyolu’nda bir cafedeyim. Mekan değişse de, tanıklık ettiklerimde pek bir değişiklik yok ne yazıkki. 6-7 genç hanımın oturduğu bir masa. Aralarında bir de bir yaşlarında mama sandalyesinde oturan bir bebek var. Önce çocuğa yemek yediriliyor. Tabii, telefondaki görüntüler eşliğinde.Dışarıda hava çok sıcak olmasa da , güneş var ve cafenin bahçesi çok davetkar. Çocuk vücut dili ile dışarı çıkmayı talep ediyor ama ne mümkün. Masada sohbet tatlı. Anne onu dışarı çıkartmak yerine, hemen bir çizgi film açıp önüne koyuyor. Oh, işte bu kadar, sohbete devam. Allah şu teknoljiyi çıkaranlardan razı olsun . Bir masa ötede, 5 yaşlarında bir çocuk , birinin annesi olduğunu tahmin ettiğim iki kişiyle yemek yiyor. Önünde bir Ipad. Çocuk hiç sorun yaratmıyor, karşılıklı koyu bir sohbete dalmış bu ikiliye. Ne güzel, değil mi ?

Teknoloji karşıtı değilim. Nimetlerinden elimden geldiğince ve ihtiyaç duyduğumca yararlanmaya çalışıyorum ve yararlanılmasını destekliyorum. Ancak, iş küçücük çocukları sırf oyalansınlar diye teknoloji ile başbaşa bırakmaya gelince gerçekten sinirleniyor ve üzülüyorum.  Bu çocukların hem vücutlarının,hem de ruhlarının gelişmeye ihtiyacı var. Fırsat oldukça, açık havada oynayabilmeliler, büyükleri ile direkt diyalog kurabilmeliler. O küçük parmaklarla telefonun değil, yaşlarına uygun güzel bir hikaye ktabının  sayfalarını çevirmeliler.Ne yazık ki, yukarıda bahsettiğim gibi sahneler etrafımızda her gün onlarca, belki de yüzlerce kez tekrarlanıyor. Yetişkinler de dahil, herkes her yerde ve her fırsatta cep telefonunun veya  buna benzer bir teknolojinin derinlerine gömülmüş durumda. Ne mevsim değişikliğinden haberdarlar, ne sokakta koşarken düşen bir çocuğın veya toplu taşıma aracında ayakta zorlukla duran bir yaşlının, ne de evlerinde bir yakınlarının yaşadığı sıkıntıların. Hastalıklı bir toplum yapısı giderek, katman katman yayılıyor. Kalabalıklar içinde yanlızlaşıyor, doğadan ve doğaldan  uzaklaşıyoruz. Çocuklarımıza yaşam becerisi vermektense, teknolojik beceri kazanmalarını daha çok önemsiyoruz. Onun içinde, lise çağında bilgisayarı büyük bir ustalıkla kullanan ancak ayakkabısının bağını bağlamayı bilmeyen ergenlerimiz, sütü kutuda yetişen bir şey sanan çocuklarımız, yediği sebzenin nasıl yetiştiğini veya gölgesinde oturduğu ağacın adını bilmeyen gençlerimiz çoğalıyor. Eskiden büyüklerimiz, zamane gençleri diye söylenirlerdi arkamızdan. Ben de , bu sonradan oluşan ve devam eden duruma bir ad buldum. ; Zamane cahilleri.

Özellikle belli bir yaş altındaki yetişkinler, gençler ve çocuklar belki teknolojinin altından girip,üstünden çıkabiliyorlar ama sıra yaşam becerilerine gelince kalakalıyorlar. Özbakımını gereğince yapamayan, kendinden başka bir canlının varlığını pek de önemsemeyen, doğanın gereksiz bir şey olduğunu düşünen,  AVM'ler dışındaki gezmeleri anlamsız bulan, dünyanın  kaynaklarını sürekli  tüketmeyi  ama karşığında bir şey vermemeyi ilke edinen yığınlar giderek çoğalıyor.

Her şeyin azı karar, çoğu zarar. Bu yazıyı okuyan ve kendileri ile azıcıkda olsa  benzerlik kuranlar; Lütfen  biraz düşünün, kendinizi gerçekçi bir şekilde eleştirin ve değişmeye çalışın. Hele de, çocuklarınıza böyle davranıyorsanız, hemen bugün harekete geçin. Daha geç ve geri dönülmez noktalara gelmeden...

Sevgi ve doğayla kalın!