Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) 15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu, 661 sayfalık raporunu açıkladı. Komisyon başkanı Reşat Petek'in "Darbe girişiminin ardında FETÖ'nün olduğu açık ve net bir şekilde ortaya kondu" dediği raporda, Gülen cemaatinin "sol partilerle de iş birliği" yaptığı ifade edildi. Raporda, "AK Parti’nin yurt içi ve dışındaki itibarını sarsmak için muhalif yapılarla iş birliği içine girmesi üzerine ipler kopmuş ve şiddeti gittikçe artan bir çatışmaya dönüşmüştür" dendi.

'15 Temmuz' raporunun tam metni

Gülen cemaatinin dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan'ı hedef alan yayınlar yaptığı belirtilen raporda, "FETÖ AK Parti’yi 'şeriatçı' bir parti Erdoğan’ı da 'islamcı' bir siyasetçi olarak göstererek Batı’nın islamofobik yönlerini okşayarak karşıt propaganda yapmaya başlamıştır" ifadesi yer aldı. Cemaatin siyaset ve siyasilerle doğrudan temasının ise 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal döneminde gerçekleştiği vurgulandı. 

Raporun, "Siyaset" başlıklı bölümünde şu ifadeler yer aldı:

Demokratik siyaset, en genel anlamıyla toplumsal gücü; meşru yollarla paylaşma, idare etme ve kullanma alanı olarak tanımlanabilir. Demokratik rejimlerde bu alan, toplumsal talepleri karşılamak üzere farklı eğilimleri temsil ettiği varsayılan siyasi partiler aracılığıyla doldurulur. Dolayısıyla gizli yada açık her toplumsal proje, siyaset alanıyla doğrudan bağlantılı olmak zorundadır. İşte gizli ajandasıyla FETÖ de, amacına ulaşmak için bu meşru alanı sonuna kadar istismar etmiş bir örgüt olarak karşımıza çıkmaktadır.

FETÖ'nün yapısı ve çalışma biçimi bilindik terör örgütlerinden çok farklı olup bilindik terör örgütlerinde etnik, mezhebi ya da ideolojik meşrulaştırma var iken FETÖ ise tanımlı bir ideolojik amaç etrafında kurulmuş ve genişlemiş bir yapı değildir. Dini cemaat kisvesi altında eğitim ve hayır çalışmaları gibi meşru araçları kullanarak kendini yapılandırmış bir örgüttür. Tüm bunları yaparken de devletin meşru güç mekanizmalarını ele geçirmek adına kritik yerlerde kendini çok iyi gizleyebilmiştir. Katı hiyerarşik bir yapıda örgütlenmiş olmalarına rağmen hedeflerini, dünya görüşlerini siyasallaştırmaktan özenle kaçınmış ve adeta bir parazit gibi başka bünyelere yerleşerek önce oraları sömürmüş. İşlerine gelmediği noktada ise yerleştiği bünyeyi ifsat etmiş, kumpaslarla hedef haline getirmiştir. 

Hiçbir zaman siyasal bir harekete dönüşmeyen, hatta siyasetten uzak duruyormuş gibi davranan FETÖ’nün, başından itibaren kadro ve güç devşirmek için bütün siyasi partilerle ama özellikle iktidar partileriyle yakın temas içerisinde olmaya özen gösterdiği görülmektedir.

Özellikle 12 Eylül 1980 darbesi sonrası oluşan yeni siyasi ortamın, FETÖ elebaşının sıradan bir vaizlikten çıkıp zaman içerisinde, bürokrasi koridorlarında dolaşan devletin en üst makamları tarafından protokollerde en ön saflarda yer verilen bir kanaat önderine dönüşmesine zemin hazırladığı anlaşılmaktadır.  Bu çerçevede siyaset ve siyasilerle doğrudan ilk temasın Turgut Özal’lı yıllarda gerçekleştiği söylenebilir.

FETÖ bu yıllarda bir taraftan iktidar partilerine kendi bağlılarını yerleştirirken diğer taraftan okullaşma stratejisiyle eğitim üzerinden siyasiler nazarında itibar kazanmış ve seküler görünümlü bir amaçla genel halk kitlelerini etkilemeye çalışmıştır. FETÖ elebaşı amacına ulaştığı sürece her siyasi görüşten politikacıya yakın durmuş, ancak kullanılamaz ve kullanılamayacak olanları da en ağır ifadelerle mahkum edip sonlarını dilemekten kaçınmamıştır. Turgut Özal’ı kalp ameliyatı olduğu ABD’de ziyaret edip dua eden FETÖ elebaşı Özal’ın Mesut Yılmaz’ı başbakan olarak tercih etmesiyle emniyet ve diğer bürokrasilerdeki kadrolaşmalarının sekteye uğraması üzerine 1991 yılında Sızıntı dergisinde şu ibretlik yazıyı yazarak Özal’a beddua etmekten çekinmemiştir:

“Şimdi istersen uyu; çünkü bundan sonra kopacak kıyamet senin kıyametin olacaktır! Evet, yakın bir gelecekte sen, sırtında bir kambur gibi târihî mesuliyetlerin, derdest edilip tarihleşeceğin gayyaya götürülürken, senin ihmaline, senin iğfaline, senin hıyanetine uğramış, bütün ihmalzedelerin, bütün iğfalzedelerin, bütün hıyanetzedelerin kahredici bakışları, çıldırtan çığlıkları ve arş-ı adaleti ihtizaza getiren tazallümleriyle, ölüp ölüp dirilecek ve ‘keşke, ben de toprak olsaydım’ deyip inleyeceksin!..”

Öte yandan Turgut Özal’ın FETÖ elebaşının ve örgütünün gerçek amacını vefatından hemen önce fark ettiği anlaşılmaktadır. Bu konudaki görüşlerini yakın bir gazeteci arkadaşına aktaran Özal, FETÖ elebaşını şöyle anlatır:

“Uzun yıllardır tanırım, ilk Planlama’dayken görüşmüştük. Sonrasında da çok istedi ama birkaç zaruri görüşme dışında randevu vermedim. Houston’da ‘geçmiş olsun’ ziyaretime gelmişti, görüştük. Bende bıraktığı intiba kendisinden soğumama hatta çekinmeme sebep oldu. Çünkü büyük bir ihtirasa sahip olduğu anlaşılıyor. Ona Türkiye yetmiyor, dünyayı istiyor… Yalanı da rahat söylediğini fark ettim. Bunu güvendiğim müntesiplerinden birine örnek vererek anlattığımda, 'Onun yalanı bile güzeldir' demesi beni daha da ürküttü. Zira bu zat etrafındakilere hulul ediyor ve neredeyse onları esir alıyor. Son görüşmemizde yüzüme iltifatlar yağdırırken gıyabımda olmadık şeyler söylediği ve yazdığı kulağıma geliyor. Benim bildiğim İslam alimleri böyle davranmıyor…”

Özal’ın Çankaya’ya çıkması, Süleyman Demirel’in başbakan olması üzerine, FETÖ, bir taraftan ANAP’la bağlarını korumuş diğer taraftan da iktidar partisi DYP’ye destek vermiştir. Özal’ın beklenmedik ölümü üzerine Süleyman Demirel’in Çankaya’ya çıkması, DYP’nin ve hükümetin başına Tansu Çiller’in gelmesiyle birlikte Fethullah Gülen cemaati DYP içinde önemli mevziler ve mevkiler elde etmiştir.

1990’lı yıllardaki koalisyon hükümetlerinin oluşturduğu siyasi istikrarsızlık FETÖ’nün hem merkez sağ siyasi partiler içindeki etkinliğini ve liderleri nazarındaki meşruiyetini devam ettirmiştir. Bu süreçte Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ortaya çıkan boşluğu ve fırsatları örgüt değerlendirmeye çalışmış siyasiler de bu çabaları fazlasıyla desteklemiştir.

ABD’nin “ılımlı islam” projesi ile Rusya etkisindeki bir bölgede etkin olma arzusuyla bu örgütü kullanma ya da kullanılır kılma çabalarını da dikkate almak gerekmektedir. Nitekim FETÖ’den ayrılan bazı etkili kişilerin ifadeleri de bu etki ve ilgiyi doğrulamaktadır.

FETÖ-siyaset ilişkisinde örgütün siyasete açıktan ve doğrudan ilk müdahalesi diyebileceğimiz süreç REFAH-YOL hükümetiyle başlamıştır. Öteden beri Necmettin Erbakan ve Milli Görüş hareketiyle kan uyuşmazlığı olduğu bilinen FETÖ ve elebaşı bu hükümeti elindeki yazılı ve görsel medya gücüyle yıpratmaktan çekinmemiş, vesayetçi odaklarla bu iktidara karşı güç birliği yapmaktan kaçınmamıştır. Türkiye siyasi tarihinde “28 Şubat” olarak bilinen ve sonunda meşru siyasi iktidarın post modern bir darbeyle yıkılmasıyla sonuçlanan bu dönem FETÖ’nün siyasette ilk kez operasyon yaptığı bir dönemdir.

Bu yapı sadece merkez sağ partilerle değil merkez sol partilerle de işbirliği yapmıştır. Bunun en çarpıcı örneği ANASOL-D hükümeti dönemidir. 1999-2002 arasında Bülent Ecevit tarafından kurulan 56’ncı ve 57’nci hükümetler döneminde Başbakan Ecevit’le yakın ilişkiler kuran Örgütün o dönemdeki seçimlerde Bülent Ecevit’i desteklediği iddia edilmiştir.

Nitekim Bülent Ecevit FETÖ elebaşıyla olan ilişkisini gizlememiş, onu diğer dini cemaatler ve liderleri arasında farklı bir yere koyup desteklediğini de saklamamıştır. 1998’in Mart ayında gerçekleştirilen MGK'da, Fethullah Gülen'in orduya sızma girişiminden ve çeşitli faaliyetlerinden rahatsızlık duyduklarını söyleyen komutanlara dönemin Başbakan Yardımcısı Bülen Ecevit karşı çıkmış ve “Siz, Gülen'in geçmişinden yola çıkarak bu kanıya varıyorsunuz. Kendisini tanısanız bunları söylemezdiniz. İnsanlar değişip gelişebilir” demek suretiyle FETÖ elebaşını savunmuştur.

Yine dönemin Ankara Emniyet Müdürlüğünün FETÖ'nün emniyet yapılanmasını deşifreye dönük çalışması engellenmiştir ki dönemin Ankara Emniyet müdürü Cevdet Saral, Komisyona verdiği ifadede “Ben Gülen hareketiyle ilgili çalışma yapmak istediğimde, dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz bana ‘Sakın ha Ecevit böyle bir çalışma yaptığını duyarsa hükümeti yıkar’ dedi. Çalışma yapmadım, durdurdum” demiştir.

Hatta Bülent Ecevit'in FETÖ elebaşının ABD’ye gitmesinde de “hayati bir rol” üstlendiği FETÖ örgütü üyesi firari gazeteci Faruk Mercan tarafından aktarılmıştır. Ecevit’e karşı duyduğu bu minnet duygusundan olsa gerek FETÖ elebaşı da “Ecevit hayatı boyunca oruç tutmadı... Namaz kılmadı ama inancı sağlamdı... Sosyal demokrat bir zeminde doğdu ve İsmet İnönü’ye ortanın solu dedirtti... Okullara çok sahip çıktı... İşin büyüklüğünü sezmişti... Önüne bir dosya getirildiğinde elinin tersiyle itti... Eğer ahirette Allah bana şefaat etme imkanı verirse, bunu ilk önce Ecevit için kullanırım…” demiştir.

12 Eylül darbesinin yarattığı toplumsal ve siyasal travma ve ardından oluşan siyasi ortam FETÖ için siyasete sızma açısından son derece uygun bir zemin oluşturmuştur. Bu zemin özellikle 1991-2002 yılları arasındaki koalisyon iktidarları zamanında güçlenmiştir. Zira bu dönem hem siyasi hem de ekonomik açıdan Türkiye siyasi tarihinin en istikrarsız dönemlerinden biri olarak görülmüştür. İşte FETÖ bu istikrarsızlıktan azami oranda ve her açıdan faydalanmak suretiyle devletin bütün kademelerine ve siyasal alanın tüm aktörlerine sızmanın eşsiz bir imkanını elde etmiştir.

"AK Parti'nin itibarını sarsmak için..."

Dolayısıyla 3 Kasım 2002 seçimleriyle tek başına iktidar olma fırsatını yakalayan AK Parti hükümeti iktidara geldiğinde o dönemin üst düzey bürokratlarından olan Cevdet Saral’ın ifadesiyle önünde FETÖ’den oluşan hazır bir kadro bulmuştur. 2009 yılına gelindiğinde örgütün Türkiye siyasetindeki boşluklardan faydalanan oportünist yapısını sarsacak kırılma anları yaşanmıştır. Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki AK Parti’nin siyasal meşruiyetini artıracak seçim ve referandum başarıları ve uluslarası alandaki saygınlığı örgütün devlet içindeki hareket alanını sınırlamaya ve kısıtlamaya başlamıştır.

AK Parti’nin yurt içi ve dışındaki itibarını sarsmak için muhalif yapılarla işbirliği içine girmesi üzerine ipler kopmuş ve şiddeti gittikçe artan bir çatışmaya dönüşmüştür. FETÖ bundan sonra doğrudan Başbakan Tayyip Erdoğan’ı hedef alan yayınlar yapmaya başlamış, AK Parti’yi “şeriatçı” bir parti Erdoğan’ı da “islamcı” bir siyasetçi olarak göstererek Batı’nın islamofobik yönlerini okşayarak karşıt propaganda yapmaya başlamıştır. Bunun karşısında dershanelerin kapatılması hamlesi gelmiştir. Buna rağmen 2011 genel seçimlerinde AK Parti’nin FETÖ kontenjanından milletvekili adaylarını meclise taşıdığı görülmektedir. Bu aşamadan sonra örgüte karşı açılan mücadele safhasında Tayyip Erdoğan’ın ailesi ve yakınındakiler doğrudan hedef alınmıştır. FETÖ’nün yargıdaki mensupları eliyle gerçekleştirilen 17-25 Aralık yargı darbesi girişimiyle ipler tamamen kopmuş ve bu tarihten itibaren FETÖ ve PDY bir terör örgütü olarak tanımlanmıştır.

Bu gelişmeler rağmen FETÖ’nün Türkiye siyaseti üzerindeki manipülasyonları bitmemiş, uluslararası boyutta da Türkiye’yi zor durumda bırakacak çeşitli hamlelere girişmiş ve bu süreç, 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsüne kadar devam etmiştir.

ec.jpgozal.jpg