Kitapta, Clarence K. Streit’ın 1921 Anadolu’suna ait daha önce hiç yayımlanmamış fotoğrafları, Mustafa Kemal ile yine aynı tarihlerde yaptığı bir röportaj ve özel fotoğrafları yer alıyor.

"Bu kitap, eğer meseleye bir çözüm yolu bulacaksak, her şeyden önce Türklere karşı daha insancıl, anlayışlı ve gerçekçi bir yaklaşımın onlar hakkındaki görüşlerimizi uzun zamandır çarpıtan önyargımızın yerini alması gerektiği inancıyla yazılmıştır."

KÜNYE

Yazar: Clarence K. Streit
Yayıma hazırlayan: Heath W. Lowry
Türü: Araştırma
Basım tarihi: 2011
Sayfa: 268
Yayınevi: Bahçeşehir Üniversitesi Yayınları

Anadolu'nun az bilinen öyküsü

Tarihçi Heath W. Lowry'nin hazırladığı"Bilinmeyen Türkler" kitabı yayımlandı. Kitapta, Clarence K. Streit'ın 1921 Anadolu'suna ait daha önce hiç yayımlanmamış fotoğrafları, Mustafa Kemal ile yine aynı tarihlerde yaptığı bir röportaj ve özel fotoğrafları yer alıyor.

1920-1921 kışında Ankara'yı ziyaret eden genç bir Amerikalı gazeteci olan Clarence K. Streit'ın notları ve fotoğraflarından yola çıkılarak yayıma hazırlanan Bilinmeyen Türkler adlı kitap, Heath W. Lowry imzasıyla Bahçeşehir Üniversitesi Yayınları'ndan çıktı. Clarence K. Streit, ileride Union Now adlı kitabın yazarı ve savaşı önlemek için dünya demokrasilerinden bir konfederasyon oluşturmayı tasarlayan uluslararası hareketin kurucusu olarak ünlenmiş bir isim.

Streit, Birinci Dünya Savaşı sırasında Fransa'da ABD istihbaratında hizmet ettikten sonra gazeteci kimliğiyle 1921'in başında Milliyetçilerin kontrol ettiği Anadolu'da iki ay geçirir. Bu süre içerisinde yirmi altı gün Ankara'da kalır ve Milliyetçilerin lider kadrosunda Mustafa Kemal Paşa da dahil olmak üzere birçok kişiyle tanışıp röportajlar yapar. Bu noktada Streit, Büyük Millet Meclisi Başkanı seçildiğinden beri Mustafa Kemal Paşa ile konuşan ilk yabancı gazetecidir.

Seyahatinin akabinde Streit Paris'e döner ve orada Bilinmeyen Türkler ismini verdiği, Türkiye'deki deneyimlerini ayrıntılı şekilde anlattığı kitabının taslağını oluşturur. Ancak kitap İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki yayınevleri tarafından basılmaz. Nedeni de Streit'ın Mustafa Kemal Paşa'yı başarılarından dolayı "Türk George Washington olarak tanımlaması ve tarihteki ilk Türk Cumhuriyeti'nin kurulacağını iddia etmesidir. Yazdıktan tam doksan sene sonra gün ışığını gören kitapta, Streit'ın seyahati boyunca çektiği ve daha önce yayımlanmamış 200'e yakın fotoğraftan 120 tanesi yer alıyor.

KİTAPTAN SEÇİLMİŞ BÖLÜMLER

Yasağın kalkmasını beklemiş
Lowry'nin bu kitabı hazırlaması yaklaşık 25 yılını almış. 1920'li yıllarda Fransa'da ABD istihbaratında hizmet ettikten sonra gazeteci, yazar ve öğretim üyesi kariyeriyle öne çıkan Streit için ünlü tarihçi, "Orijinal el yazmalarını aldığımda bu eserin hem İngilizce hem Türkçe yayınlanmasını görmek onun arzusuydu" diyor ve ekliyor: "Bu işe Streit'ın belgelerinin (ve fotoğraflarının) Washington D.C.'deki Library of Congress koleksiyonunda artık erişime açık olduğunu öğrendikten sonra giriştim. 1986 senesinde vefat eden Streit, Anadolu seyahati boyunca sayısız fotoğraf çekmişti. Bu fotoğraflar, orijinal 1921 el yazmasının metniyle birlikte mevcut çalışmanın temelini oluşturuyor.
(sf.12)

VİYANA GİBİ OLMAK İSTEYEN

KERPİÇ KÖY

Kırıkkale'nin Ceritmüminli köyünde de bir süre kalan Clarence K. Streit bu köyden çok etkilenir. O tarihlerde seksen aileden oluşan ve 'imanı kuvvetli' anlamına gelen Ceritmüminli'nin nüfusunun neredeyse dörtte biri savaşta şehit düşmüştür. Streit bu köyle adeta bir gönül ilişkisi kurar. Ülkesine gittikten sonra da Ceritmüminli'ye yardımlarını sürüdür. Streit 1982 tarihli el yazmasında köye dair şunları yazar: "61 yıl sonra bu bölümü yeniden okuduğumda bile bir geceliğine ziyaret ettiğim 'Viyana gibi olmak isteyen köy' beni gözlerimi yaşartacak kadar derinden etkiliyor. 1923'te İstanbul'a Public Ledger Yakın Doğu ve Balkanlar muhabiri olarak döndüğümde Djerid Muminli'ye [Ceritmüminli] hediye olarak bir çelik John Deere pulluk yolladım, çünkü köylüler hâlâ tahta saban dışında bir şey kullanamıyordu. Onlara daha iyi hayat hayallerini gerçekleştirmelerinde yardımcı olmak için başka hediyeler de gönderdim. Fakat ne yazık ki Ledger'in Paris bürosuna transfer edildiğim 1925'ten beri Türkiye'ye dönme fırsatım olmadı, ama hâlâ Tschorum'un [Çorum] sularını, Ankara'da başlayan büyük devrimin ilerleyişini ve 'imanı kuvvetli' kaldığını umduğum köyü görmek için dönmeyi ümit ediyorum."
(sf.40)

Türkiye'nin George Washington'ı

Türkiye, Ankara'daki Büyük Millet Meclisinin Başkanı Mustafa Kemal Paşa'da günümüzün en önemli insanlarından birini yaratmıştır - hangi ülkede olursa olsun iz bırakacak bir adamı. Ona "bizim George Washington'ımız" diyen Türkler Mustafa Kemal Paşa'nın onlar için ne yaptığının farkında çünkü o aynı zamanda 'Ülkenin Babası.' (Ö) Çok az insan, beni bu Türk Washington'ının etkilediği gibi etkilemiştir. Hangi ülkede olursa olsun iz bırakırdı. Kendine çabucak güven aşılama yeteneği olan nadir insanlardan biri. İnsanların onun uğruna ölmek isteyeceği tipte bir adam. Fiziksel açıdan yakışıklı, yapılı bir adam, kırk yaşında. Bir entelektüelin sahip olabileceği yükseklikte alnı var, eylem adamlarının ağız ve çenesine sahip, yani bir savaşçı. Yüzünde, bilhassa gözlerinde, idealistçe bir şey var, bir hayalpereste has ama hayallerini gerçekleştiren bir hayalpereste. Her yönüyle tam bir centilmen, nazik, kültürlü, ince ve hep şık giyimli. Batı'da herhangi bir salonda otururken göze çarpmayacak kadar Avrupalı görünüyor. Onunla Fransızca konuştum, akıcı konuşuyor.
(sf.93)

Eşsiz bir savaş dönemi demokrasisi

Ankara'daki Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin salonundaki kürsünün arkasında Hz. Muhammed'in "Sorunlarınızı bir araya gelip konuşarak çözün" tavsiyesinin gümüş harflerle yazdığına dikkat çeken Clarence K, Streit, şunları söylüyor: "Hem Milliyetçi liderlerin İslamiyet'in liberal doktrinlerini nasıl vurguladıklarını hem de Meclisin ortaya koyduğu ve çalışmalarını yönlendiren demokrasi ruhunu vurguluyordu. Uygulamaya geçme başarısı, her şeyden çok, yüzyıllardır despot hâkimiyetine alışmış Türkleri yeni düzene ikna ediyordu. Türk Meclisi, dünyadaki temsilci hükümetler arasında en ilginç ve olağandışı örneklerden birini teşkil ediyor. Eşsizdir, karşılaştırabileceğim bir başka kuruluş yok. Yasal olarak tüm güç, hem yürütme hem yasama, Meclisin yetkisinde. Daha da ilginci Türkiye'nin girdiği tüm savaşlara rağmen bu gücü gerçekten elinde tutuyor olması. Ayrıca Sultan ve Halife'nin işlevlerini de yerine getiriyor. Türkiye'de bugünkü üstün yetki bu tek merkeze toplanmış durumda."
(sf.80)

Anlaşma yapacığımıza güveniyorlardı

Streit, Ankara'daki bir Ermeni restoranında bir Türk teğmen ve dört sivil ile yaptığı sohbetlerden aldığı bazı notların ilgi çekici olduğunu belirtiyor. İşte o natlardan bazıları: Amerikalı bir muhabir olduğumu duyduklarında memnun gözüktüler. Tanıştığım tüm Türkler yabancı bir muhabirin -özellikle Amerika'dan gelen bir muhabirin çünkü onlarla adil bir anlaşma yapacağımıza güveniyorlardı- ülkelerinde ne olup bittiğini görmeye gelmesinden memnun görünüyordu. Dünyanın Türkiye'deki durum hakkında edindiği çarpıtılmış haberlerden şikâyet ediyorlardı. İçlerinden biri hükümetlerinin yurtdışındaki düşmanca propagandaya misilleme yapmamakla hata yaptığını söyledi. Bir diğeri sahip oldukları tüm paraya orduları için ihtiyaçları olduğu cevabını verdi.
(sf.56-57)

Komünist Değil, milliyetçiler

Mustafa Kemal'le röportaj yapan Streit, sorduğu "Komünizm ve enternasyonalizm hakkındaki tutumunuz nedir?" sorusuna şu yanıtı alır: "Bütün cihan bizi Milliyetçi olarak bilir. Milletimizin istiklâlini, haklarını ve menfaatlerini müdafaa eden kimseler olarak öyleyiz de. Şayet enternasyonalizm demekle tüm ülkelerin istiklâl ve hukukuna saygıyı kastediyorsanız, o zaman evet, biz aynı zamanda enternasyonalistiz. Diğer taraftan biz dinimize de bağlıyız. Milliyetçi ilkemize ve dinî ruhumuza aykırı olan komünizmin bizde nasıl destekçi bulabileceğini de anlamıyorum. Böyle bir ihtimal ancak Türkiye'ye karşı uygulanan kötü niyetli bir planla gerçekleşebilir."
(sf.212)

Uydurulmuş korkuluklar

Streit genç komutana sorduğu "İslam Birliği [Panislamizm], Türklük Birliği [Pantürkizm] ve Turan Birliği [Panturanizm] hakkında tutumunuz nedir?" sorusuna aldığı yanıtı "Kendi kaderini tayin için" başlığı altında verir. İşte o yanıttan bazı bölümler: "Bütün Müslümanların Türk hâkimiyeti altında birleşmesi anlamına geldiği sürece Panislamizm, üzerinde Türk ırkı yaşayan bütün ülkelerin Anadolu Türklerinin hâkimiyeti altında birleşmesi anlamına geldiği müddetçe de Panturanizm, İngiltere emperyalistlerinin, bize karşı sürdürdükleri daimî haçlı seferine kendi milletlerinin desteğini temin etmek maksadı ile uydurmuş oldukları 'korkuluk' lardır. Thames nehrinin kıyılarından bize gülünç ithamlar savuranların yapmış oldukları ve her gün biraz daha yaptıkları gibi dünyanın yarısını veya dörtte birini fethetmeye bizim herhangi bir şekilde ne niyetimiz ne de arzumuz vardır. Misâk-ı Millî'miz sınırlarımız konusundaki kararımızı yeterince açıklamaktadır.
(sf.214)

Yarının Türklerini hazırlamak

Ordunun Eskişehir'deki İstihbarat Bölümünün başkanı Teğmen Baki Bey'di. Şehirdeki erkek ve kız liseleri ile ilkokulları gezmeyi yeni bitirmiştik. Kurmay Başkanı Albay Naci Bey, onları görmem için epey itina etti ve günün çoğunu bu amaç doğrultusunda benimle geçirdi. Bölgenin sivil yöneticisi Sami Bey de bize eşlik etti. Bu adamların, özellikle askerlerin, eğitime gösterdikleri ilgi ve onunla ilgili görüşleri Türkiye'de toplumsal bir devrimin gerçekleşmesi için yeni bir ruhun doğduğunun göstergesidir.
(sf.146)

"Kavalyem nerede?"

Ziyaret ettiğim okullar arasında en ilginçleri ilkokullardı. Burada küçük Türk erkek ve kız çocuklarının güneşli odalarda, resimler ve kum tepecikleri arasında yan yana oturduğunu gördüm. Okulların birinde öğretmen, bir kız ve bir erkek çocuğun bize konuşma yapmasını istedi, bitirdiklerinde tüm arkadaşları onları alkışladı. Diğerinde beş erkek ve kız oldukça zor bir dans sergilediler ve hep birden şarkı söylediler. Hem adımlar hem de müzik Avrupalıydı ve dans erkeklerle kızların çift olup vals yapmasıyla sona erdi! Ve valsin oldukça iyi olduğunu ekleyebilirim. O kadar hayran kalmıştım ve zarif manzara o kadar hoşuma gitmişti ki resim çekmek için valsi baştan almalarını rica ettim. Toplandılar ama küçük bir kız partnerini başta bulamadı ve sızlanarak, "Ama kavalyem nerde?" diye sordu. Tam o anda küçük bir çocuk ortaya çıktı, kolunu şık bir edayla ve çok doğal bir biçimde uzattı: "Buradayım, hanımım."
(sf.148)